İnsanın sahibi
İnsan ne zaman kendisine aittir?
Yaz günleri hiç aklıma gelmeyen bir sorudur bu. Hem yazları insanın bir sorusu da olmuyor, ne soru alıyoruz yanımıza ne de bir cevap. İnsan yazları kendini kiralık bir beden ve kiralık bir ruh gibi hissediyor. Kiralık ama, içinde kimsenin oturduğu da yok. Boş bir ev gibi bomboş bir ruh.
Biten bir yazdan bir suçluluk duygusuyla çıkıyorsak yaşlanıyoruz demektir. Yaz biter ve eylül sınavı çıkar karşımıza. Eylül şehirdir çünkü, güz duygusu dediğimiz şey şehirlere mahsustur ve bütün şehirler baştan başa sonbahar kesilir. Bu gazel yorgunluğu içinde kendinizi bir yaprak hırsızı gibi hissetmeniz için şair olmanız gerekmiyor, hatta şairler, şehre dönen insanlarla eylülün arasına girmeseler, elemli yapraklar bahanesiyle bir de gönlümüzü, güzümüzü yormasalar, sonbahardan paylarına düşenle herkes gibi yetinseler… Ama olmaz, sanki eylül şairler için bir düğün ayıdır, süslü kelimeleriyle gelirler kederi de süslerler, eylülle aramıza koyu bir perde çekerler.
Şehir eylülse, şiir de eylül olur ve hiçbirimiz sınavı veremeden gelecek eylülü bekleriz.
Bu yazı neden ağır ilerliyor, neden bu kadar sıkıcı diye sorabilirsiniz. Doğrusu hevesle oturduğumu söyleyemem yazının başına, belki eylül bu kez tam vaktinde geldiği içindir, beni de, yazıyı da hazırlıksız yakaladığı içindir. Gafil gezdiğimiz bir yazın arkasından mevcudiyetini tüm ihtişamıyla hissettirdiği içindir. Bütün bunlar içindir de, verdiğim cevaplar beni de pek tatmin etmiyor. Nasıl etsin, insan hiçbir mevsimin sahibi değilken eylülün, sonbaharın nasıl sahibi olur? Yaza kiraladığımız bedenlerimizi ve ruhlarımızı kayıtsız şartsız teslim almayı bekleyen bir eylül kapımızda dururken, sözün de yazının da şiirin de sahibi olabilir miyiz? Niye direniyoruz öyleyse? Tatile çıkardığımız ruhun bir daha hiç dönmeyeceği kaygısıyla mı? Madem alıp başını gitmiş, madem koca yaz bir kere bile kendinden haber iletmemiş bize, arayıp sormamış, geçerken uğramamış, bize ihtiyacı olduğunu hissettirmemiş, henüz yolculuğunu bitirmeden onu yolun yarısından niye geri çeviriyoruz? Döner gelir bir gün diye beklesek de dönüp gelse ya da hiç gelmese…
Eylül bir sınav ve bizim sınavımız. Onun bizi çağırdığı filan yok aslında, biz üstümüzü başımızı düzeltip, yazın izlerini, anılarını saklamaya çalışıp karşısına geçiyoruz: Geldik, al bizi! Eylül bizi alıyor, yapraklarımızı döküyor, kapılarımızı kapatıyor, dilimizden hafif kelimeleri temizliyor, yerine nefti, yarı karanlık kelimeler yerleştiriyor, nisana, hazirana kadar yetecek bir dil, bir sis ve bir kalple bizi güze bırakıyor. İnsan, kendine ait değil hiçbir zaman. Yazları içimiz boşalıyor, kiralık bir ev gibi oluyoruz, güz geldiğinde ise asıl sahibimiz olan eylül yerleşiyor içimize. Sahibimizle birlikte oturuyoruz aylar boyu. Ne yazları kendimize aitiz ne de güzleri. Belki de bu boşluk duygusunun içimizde en çok güzleri yer etmesi bu nedenledir. İçimiz güzle doldukça farkına varıyoruz belki de boşluğumuzun. Belki de eylülün bize bir şey yaptığı filan yok, ne ağırlık veriyor ne sıkıntı, ama biz kendimize katlanamadığımız için, geçiciliğimizi bilemediğimiz, ödünç olduğumuz duygusuna dayanamadığımız için yaratıyoruz bu boşluğu. Yazları ayrıldığımız ruhumuzu, güzün geri istiyoruz.
O uzun tatil için bize teşekkür etmesini, gövdemize sığınmasını, minnet duymasını istiyoruz.
Anlamak çoğu zaman uzun sürer, bu kez de öyle oldu, insanın sahibinin eylül olduğunu yeni yeni anlıyorum. İstediğiniz kadar yaza soyunun, sözleriniz sonuna kadar çıplak kalsın, insan en çok eylülde açığa çıkıyor, çünkü güzle birlikte içine dönüyor en çok. İçine dönenin açığa çıkması: Güzün yaptığı budur, doğanın yaptığı budur. O yüzden de insan eylülde, güzde kendisine aittir. Eylül şehirden önce, şiirden önce insandır. İnsanın hem yolculuğu hem molası, hem giyinikliği hem çıplaklığı, hem içi hem dışıdır eylül. Yaprak niye gazel olur ve sokaklardan önce ruhumuza düşer? Çünkü eylüldür.
hudâyinâbit writes:ayların içinde eylül’ün bir sırrı var belki herkesçe , ama nîsanı da yabana atmamak lâzım sözün büyüsü bağlamında . güzde kendime âit olmak ? hangi birime ? aylar kâfi gelir mi bendeki benlere ..? zaman da göreli değil mi ? bu suâller sebebim olacak .
İnsanın en büyük zaafı, sonsuz olan ve sınırlardan azade olan “zaman”a sınırlar koyup kendini ona adapte etmeye çalışarak yaşaması değil mi?Sonsuzu dizginlemeye çalışmak…ne tuhaf.Sonsuzu yaşamak dururken….