BEDENÎ BİR FAALİYET OLARAK SPORA BAKIŞ – Osman Temiz

BEDENÎ BİR FAALİYET OLARAK SPORA BAKIŞ
Osman Temiz

Zannedilir ki, sporcu olmak çok kolaydır. Halbuki tam tersi; sporcu olmak çok zordur. Çünkü sporcu, kafa ile birlikte bedenini de çalıştıran, çalıştırması gereken insandır. “Kafadan yana muzdarip olmak bir zarurettir”, hakikatini başa aldıktan sonra, bedenin çalıştırılması ekstra bir gayret ve külfet gerektirir. Nefs veya bedeni bilerek ve isteyerek belirli bir yükün altına sokmak, bedeni kendi sınırları içinde zorlayarak uç noktalara doğru taşımak öyle her babayiğidin harcı değildir.

***

Gayesiz hayat olmadığı gibi, gayesiz varlık da yoktur. “Hiçbir şey boşa yaratılmamıştır”, mutlak doğrusundan da anlaşılıyor ki, hiçbir şey gayesiz değildir. Gayesizlik bile belli bir gaye ifade ettiğine göre, -gayesizlik gayesi!- varlık-bedenin de elbet bir gayesi vardır ve bu gaye, İslâm büyükleri tarafından yokluk, diğer bir ifadeyle de ölüm olarak ifade edilmiştir. Ölüm, “ben kimim?” sorusu eşliğinde, “varlık” mânâsına gelmek üzere, bir çeşit ruha davettir, denilebilir. Nasıl ki akıl kendini iptal ederek aslî karakterine, -akl-ı selim!- erişir, aynı şekilde, beden de kendini iptal ederek varlık kazanır. Sormak gerekir: 100 metreyi “sıfır zaman”da koşmak isteyen bir atlet-koşucu nereye koşmaktadır? Gökyüzüne değmek istercesine ayaklarını yerden kesen bir atlet-yüksek atlamacı nereye çıkmak istemektedir? Yine ayaklarını yerden keserek ufka doğru uçan bir atlet-uzun atlamacı nereye varmak istemektedir? Bütün bu soruların cevabı, sporcunun “kendini iptal” etme isteğine hamledilebilir mi? Diğer taraftan, “ekstrem sporlar”, diğer bir ifadeyle de “heyecan sporları” olarak da gündemde tutulan pek çok spor dalı, meselâ dağ dalgıçlığı, yamaç paraşütü, rafting, kaya tırmanışı, jamping vs. gibi sporlar, acaba niçin bu kadar çok rağbet görmektedir? Tek kelimeyle bu tür sporlar, insana insan olduğunu hatırlatıcı bir mahiyet arzettiğinden ötürüdür ki, yâni insana ölüm duygusunu yaşattığı içindir ki bu kadar çok rağbet görmektedirler. “Varoluşçuluk” felsefesinin de temel esprisi olan “ölüm ucunda yaşamak”, insanî bir haslettir. Hayvanlarda böyle bir haslet yoktur. Ölüm riskinin çok yoğun olarak yaşandığı ve pek çok ölümlerin olduğu bir spor türü olarak bilinen “ekstrem sporlar”, Batılılara hayatı, diğer bir ifadeyle de insan olduklarını hatırlatıcı bir keyfiyeti haizdir, denilebilir. Hayatın gayesi ölüm ya!

***

Bedenin putlaştırılması, felsefî bir kavramla ifade edersek narsizm, sporcuların içine düştüğü en büyük tuzaklardan biridir. Meselâ vücut geliştirme ile ilgilenen pek çok sporcu, aynanın karşısına geçip, aynadaki görüntüsüne secde pozisyonuna geçmektedir. Adaleler şişkin, fakat ruh pörsümüş! Ruhsuz bir dünya tasavvuru, bu tuzağın en büyük hazırlayıcısı olmuştur. “Spor için spor” sloganı, sporcuların kendi bedenlerini yaralamaları için yine sporcuların dillerinde pelesenk edilmiş bir tür kesici alet gibidir. Eğer ki, ekmek kesmek için kullanılmazsa bıçak, o öyle veya böyle, bir şekilde kullanılacaktır ve bu kullanım,” kör bıçak”, -nereyi nasıl ve niçin keseceği belli olmayan, keseceği yeri görmeyen- tabirine denktir. Halbuki spor, belli bir hedef gözetilerek yapılması gerekir, yapılır. Bu hedef, insanı hedef alan, daha doğrusu insanı yaralayan bir hedef olamaz. Değilmi ki spor, temelde insanî bir faaliyettir ve her veçhesiyle insan içindir. Sporu bu noktadan ele almak ve yakalamak, başlıca görev olmalıdır. “Soyu belirsiz zirtop” veya meşin top kafalılara söylenecek herhangi bir söz yoktur. Onlar kendi top dünyalarının içinde oyalanıp dursunlar. Ayaklarında top olmuş kafalarını yaralasınlar.

Sporda bedenin putlaştırılması, Batı kültür ve medeniyetinin maddeyi putlaştırmasıyla doğrudan ilintilidir. Nitekim sporda bedenin putlaştırılması spora, modern sporun bir hediyesidir! Modern spor, Batı medeniyetinin tasarrufunda gelişmiştir. Kökleri her ne kadar Rönesans-Yeniden Doğuş Hareketine bağlanıyor ise de, esasında modern sporun kökleri, Batı medeniyetinin de kökleri olan eski Yunan kültürü, Roma nizamı ve Hiristiyanlık ahlâkına bağlıdır. Eski Roma’nın güce ve kuvvete tapan mizacı ayniyle, bugünkü Batı medeniyetinde de mevcuttur. Eski Roma’nın günümüz dünyasındaki temsilcisinin Amerika olduğu kabul edilir. Bunun böyle olduğunu sporda da görmek pekâla mümkündür. Nitekim İngiltere’de doğmasına rağmen modern sporun global bir mahiyet kazanması, Amerikalılar sayesinde olmuştur. Bedenin putlaştırılması da.

***

Bedenî bir faaliyet olarak karşımıza çıkan spor, hiç kuşkusuz ki, “ortak şuur”a mevzudur. Cemiyetin aktif bir üyesi olarak kendi varoluş sürecini bizzat spor yaparak yakalamaya çalışan bir sporcu, cemiyeti meydana getiren “ortak şuur-dünya görüşü”nden mülhem, diğer bir ifadeyle de tâbi olunan “dünya görüşü”nün muhtevasından hareketle kendi şuur çerçevesini belirlemek, bunun tabiî bir neticesi olarak da kendi şuur dünyasını inşa etmek zorundadır. Bedenin kullanımı belirli bir “ortak şuur-dünya görüşü”ne nisbetle şekillendirildiği andan itibaren orada spor belirli bir anlam ifade etmeye başlar. Aksi takdirde spor, sadece ve sadece hayvanî bir itiş kakış olarak kalır.

Spor kullanana göre hizmet eder. Picasso’nun “ressam, eserinden önemlidir”, sözünden mülhem, “sporcu, spordan önemlidir”, denilebilir mi? Denilebilirse eğer, öyleyse; sporu kullanan kimdir ve onu nasıl ve niçin kullanmaktadır? Bu sorunun cevabı çok mühimdir.

Çünkü bu sorunun cevabı, “ben kimim?” sorusuyla da çok yakından ilintilidir. Hâliyle, “ölüm nedir?” sorusuyla da.

İnanılan ve bağlanılan bir ruh ve fikir uğruna yapılabilecek en büyük fedakârlık, can vermektir. Burada feda kültürüne dikkatleri çekmek isteriz. Hemen hemen bütün kültür ve medeniyetlerde feda kültürü var olan bir gerçekliktir. Ortaçağ Avrupası’nın şövalyeleri, Osmanlı’nın akıncı ve serdengeçtileri, Japonların kamikazeleri, emperyalizm ve siyonizme karşı bayrak açmış günümüz şehadet eylemcileri vs. bunlara birer örnektirler. Bu insanlar, yani ölümü göze alan insanlar, sporun gaye noktasında duran insanlardır, denilebilir.

***

“Ruh ve onun emrinde kol” terkibî hükmünden de anlaşılacağı üzere spor, “hâkim ruhun uygun bedenine yardımcı”dır. “Vücüdu ruhun emri gayesi bilmek”, sporda tek ve biricik hedef olmalıdır. Bu hedef, “bedenin gayesi” ile örtüşen bir noktada olmak zorundadır. Aksi takdirde spor, Batı medeniyetinin tasarrufunda şekillenen günümüz dünyası sporunda (modern spor!) olduğu gibi, “bedenin putlaştırılması”na yataklık eder. Sahici sporcuları derinden yaralayıcı bir durum olan böyle bir durum, yaşadığımız çağın en amansız hastalığıdır, denilebilir. Bu hastalığın teşhis ve tedavisi, yeni bir medeniyet projesini davet etmektedir.

“İradî ölüm”ün tebliğ ve telkin edilmediği bir zaman ve mekânda kendisini gösterecek olan herhangi bir ölüm, tek kelimeyle “hayvanî ölüm”dür. İstisnasız bir şekilde bütün canlılara isabet eden bir ölüm şekli olan bu “hayvanî ölüm”, Allah tarafından takdir edilmiş “ecel” olarak da bilinir. Halbuki insanoğlu, “iradî ölüm”le imtihan edilmektedir. “Velilik bir mecburiyettir” ve “veli olunamıyorsa, şehit olunsun” hakikati, “iradî ölüm”ü davet eden sözlerdir. Sporcu olmak velilikten ziyade, şehitlik mertebesine yakın bir iş ve hâldir, denilebilir. Öyleyse; sporcu, “şehitlik şuuru”nu kuşanması gerekendir. Vesselâm…

Osman Temiz

Resim: Hüseyin Özkan, 2000 Judo Olimpiyat Şampiyonu, Sidney

Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir