Ne Kadar Geç Kalsak da Kıyamete Yetişeceğiz..
Kaç zamandır kimsenin ayırdına varamadığı bir bıkkınlık içindeyim. Elini güneşe siper tutmuş yorgun adamların mesaisine yalvarması gibi güne bitsin diye yalvarıp duruyorum. Bitsin, bitsin de gözümde kamaşarak beliren onca gürültü, onca ceset, onca yol beni saklasın karanlığın merhametli kollarında.
Bu şehrin neresindeyiz?
Bu soruyla uyandım benden daha bıkkın bir vapurun güvertesinde yolculuk ederken. Kalabalığına kendisi karar vermiş, bütün veresiye defterlerinin arkasında imzası bulunan, hangi mevsime yüz verse onunla üşüdüğümüz; denizi, kederi ve yoksulu bol bu şehirde ölülere armağan edilen bir beddua gibi hissediyorum kendimi. Yüzünden daha çok gün almış çocukların korkaklıklarını kavgaya tutuşturması gibi cenk edip duruyoruz birbirimizle. Ne onun benden şikayet etmediği bir gün oluyor, ne benim ona sığdığım birkaç dakika. İnsan içine sığmadığı bir şehrin neresinde olur ki?
İnsan içine sığmadığı bir şehrin hem her yerinde oluyor, hem hiçbir yerinde… İçine sığmadığım zamanlar oğlundan mektup gelmiş bir annenin telaşı, Süphaneke’yi ezberden okuyan yaşı bir elin parmaklarına sığan çocukların babası, kocası ayrı ev açmış gelin, imtihandan muaf tutulan bir fakülte serserisi oluyorum. İçine sığmadığım zamanlar beni yoran hantallığımın altında eziliyorum ben. Yoruldukça başıma üşüşen bu koşuşturmacanın beni kırk yarayla nasıl da ayakta tutacağını bilemiyorum. Odasına kar yağacak herşeyi tam, çatısı eksik evlerin hükmü gibi benim hükmüm de bu şehre geçmiyor.
Kaç zamandır kimsenin ayırdına varamadığı bir bıkkınlık içindeyim. Elini güneşe siper tutmuş yorgun adamların mesaisine yalvarması gibi güne bitsin diye yalvarıp duruyorum. Bitsin, bitsin de gözümde kamaşarak beliren onca gürültü, onca ceset, onca yol beni saklasın karanlığın merhametli kollarında. Benzimi solduran, üzüm sepetlerinin bir işe yaramadığı bu kentte, nereye baksam orada mağlup oluyorum, nereye baksam ardıma bakmadan koşmak istiyorum, nereye baksam orada kendimi bulamıyorum. Nereye gidersem gideyim orası bana ya dar geliyor, ya da küçücük kalıyorum bir meydanda. Beni bir hovarda gibi peşi sıra koşturan bu şehirde her sabah korku ve vesveseyle uyanıyorum. Birkaç hayalin tuttuğu alkış göğsümü kabartsa da uğradığım sayısız hezimet o lanet ağını üstüme hafif hafif geriyor. Ne çok yuhalandım ben içine sığmadığım bu şehirde? Bekçi düdükleri benim için çaldı, birbiriyle küs olan akrabalar benim bu açıklarımla barıştı, – bilirsiniz insanlar başkalarının zaaflarını masaya yatırdıklarında pekişen dostlukları olur – kentin tenekeleri benim ardımı görünce bir çocuk şımarıklığına büründü. Sevgilisinin o incecik belini tutmuş delikanlılar ellerini bir çingeneye açmışken ben, beni yuhalayanların arasında kendimi ayıklıyordum.
Bu şehir beni ne zaman kirletmek istese yine de dimdik durdum karşısında. Yüzüme bakarken beni patron zanneden dilencilere parasızlığımı hissettirmedim, uzamaktan yorulmuş bir sarmaşığa ellerimle su verdim, ne zaman bir soğuk yeryüzüne inse aklıma üşüyen tinerci çocuklar düştü, rüzgar ne zaman bir hışımla esse tek başına kalmış servilere “geçmiş olsun” ziyaretine gittim, bir işçi hakkını alamayınca sendika kurup başına geçen de bendim. Belki farketmişsinizdir; ben dostlarımı bütün kapıların dışında kalanlardan seçtim.
Bütün kapıların dışında kalanlarla yaşamaktan ne kadar korktuysak ölüm o kadar güzel ve dost geldi bize. Serviler son duasını rüzgarlarla okudu, sarmaşıklar uzarken tespih çekti, dilenciler bir daha dilenmedi verdiğim bahşişten sonra, işçiler emekli olunca yerlerine bir öksüzü yerleştirdi. Birçok şeye yetişemesek de hepimiz şunu öğrendik: Ne kadar geç kalırsak kalalım hepimiz kıyamete yetişeceğiz…
Yüzümde acemi bir ressamın çizgileri ile altını üstüne getirdiğim bu şehirde benden daha bıkkın bir vapurun güvertesindeyim. Karşımda neşesi yüzyıl önce kaçmış kadın beni süzüyor. İçinden ne geçiriyor bilmiyorum ama vapur karaya yanaşır yanaşmaz belli ki gidecek evi var, başını sokacağı bir evi, olanı biteni anlatacağı bir kocası. İşte şimdi inmek için ayaklandı. Arkasından yetişip ona şunu sormak istiyorum.
Kadın! Benim yurdum neresi?
Bülent Parlak