Bütün Zamanların Yabancısı, XXIV.
Ben Öteki
Kamaşık bedenimle büzüldüm gökkuşağının altına,
hesabımı kitabımı yapıp.
Sözün bittiği yerdeyim şimdi, içimdeki mendirek yıkıldı; suratımda patlıyor bir bir şeftali çiçekleri.
Usumu süpürge ettim madalyonun ters yüzüne;
içimde bir çöl sıkıntısı, bir ipek hışırtısı.
Görkemli şölenlere konuk oldum nice,
tutup attılar her kezinde; bozuyordum.
Bulaşıcı bir mutsuzluk benimki ve buyurgan;
gittiğim her yere karanlığım da gidiyor var ki.
Ve tutup atıyorlar tutup sürgün yaşadığım yüreğimden;
tutup atıyor düğün oynayan kaygısız çocuklar.
Her kezinde uygunsuz arzular duyuyorum çünkü geline.
Yıllarca kendimi dokudum bir Acem halısı gibi ilmik ilmik, şimdi gereksizim kendime.
Ürkütülmüş atların hırçınlığı benimki,
güneşin sofrasında ortak sevince bulaşıyor.
Ne halaydayım artık, ne ateşli gecelerde. İşte…
Ben neye hazırladım kendimi Yusuf,
atımı çatlatıncaya kadar sürerek; bulduğum ne?
Şimdi düşlerimi tükürecek yer bulamıyorum.
Kandırıldım, tırmandım bendeki bene, bir şey var sandım. Yoldaş akarsuları işkencecilere sattım durup dururken.
Ben kendimi anlamıyorum Yusuf, anlamıyorum; incelip incelip aynı yerden kopuyorum inadına. İnsanın 'insan' olmadığı.
Bir yandan rakı içiyorum ölümüne böbür böbür;
bir yandan kurşuna diziyorum papatyayı.
Sonra cansakızı damlıyorum kristalin yüreğine. İşte…
Ben neredeyim, atım nerede? Bu sessizlik Yusuf,
acılı bir ölüm; bu sessizlik, yaprağı didikleyen bir tırtıl gibi bedenimde; gitgide beni varlıktan, oluştan çözen bu sessizlik.
Peki bir giz mi bu, güz bulutundan kanıra kanıra emdiğim şimşek?
Yo yo, bu bir güz senfonisi evet, çok sesli sessizlik.
Yeşil intihar etti, mavi kaçak; morda Fuzuli, sarıda ben;
ama, her zamanki gibi yine kırmızı yönetiyor hayatı.
Biliyorum dönemem artık Mecnun kimliğime, kim inanır!
Dilime gül bülbül kuşanıp gezemem artık vakitlerden hazan; bağban borsada oynuyor, saki uyuşturucu kuryesi.
Sicilimi temiz tuttum da ne oldu, bir Anadolu türküsü gibi.
Ad kavminin son temsilcisiyim işte, ne yapsam, ne olsam.
Bir Bâki gazelinde fuzuli yaşıyorum, Fuzuli kasidesinde bâki değilim.
İşte…
Ben öteki
Muammer Karadaş
“Yo yo, bu bir güz senfonisi evet, çok sesli sessizlik. Yeşil intihar etti, mavi kaçak; morda Fuzuli, sarıda ben; ama, her zamanki gibi yine kırmızı yönetiyor hayatı.”
Yürüyüşler yorgun. Düne mi, bugüne mi? Kimi zaman suskun yarınlara mı?Anıların yolculuğundayım. Her yaşanan geçmiş oluyor, her an dün.!Ahşap merdivenlerden ikinci kata çıkıyorum. Basamaklardan ahşabın iç gıcıklayıcı sesi yüreğime işliyor. Evdeki her şey tam. Ne fazla ne eksik. Öylece beni izliyor anılarım, yaşadıklarım…Ben yatak odamda ağlıyorum. Elimde eskimeye yüz tutmuş, içimde siyahbeyaz olmuş bir fotoğraf tutuyorum. Acı zift gibi dumanı içime çekiyorum. Yıldızlar üstümü örtüyor. Üşüyorum… Yorganım yerde duruyor. Alacak gücüm bile yok. Çığlık çığlığa ağlıyorum. Kapı ya da telefon çalsa, birileri beni duysa. Saçlarım darmadağın olmuş. Kendime ne kadar uzağım. Yıldızlar tavandan süzülüyorken ne kadar yakınlar bana. Tüm benliğim oracıkta kalmış gibi bu fotoğraf nasıl sarsıyor, silkeliyor?Gizlice kaçıp geldiğim bu eve neden anılarımı da taşıdım? Keşke sihirli bir gücüm olsaydı. İstediğim anda bir derin kuyu açabilseydim, tüm acılarımı gömerdim. Mutlu olduğum bir anda onları çıkarır yıldızlara savururdum. Bilirsiniz siz de, gülleri kuruturuz kalıcı bir anı olsun diye. Sevgilerin sunumudur. Şimdi güllerim de çürüyor bu evde.Tüm yakınları uzak ettiğim bu düş evinde yarınları tavanlara astım… Ellerimde düş yalnızlığı…..g kement, ağustos üşümeleri…
“Ürkütülmüş atların hırçınlığı benimki”