TİNCTURA AURİ
I.
O yaprağı yerine koy! Mevsimler bilmez
tadını şarabın, o köhne ay da yorulur
susmaktan, kimbilir kaçıncı teknedir
batan bu sularda, bu sularda kurulur
pusu; döner kendimizden kendimize dil!
Bir çeviri yanlışıdır, yuvasını yadırgayan
dokunuşlar ve kuşlar, başımız eğik,
geçeriz akşamın hanlarında uyuklayarak
ve çalar tepemizde o ürkünç çan!
Sonra ayağı kırık bir iskemlede geçirilen
loş saati güzlerin, sereserpe yatılan
toprak, yapışır avuçlarımıza ölgün kil!
Kim bilebilir, belleğimizdeki göçmen
kuşların gittiğini, kimbilir hangi diyarlara
ve beynimde durmadan kanayan yara,
baktıkça eskiyen yüzüm, son alışkanlığım,
som akışkanlığım, bendim o kadırga.
II.
O sözcüğü yerine koy! Kitabın içinde tut
yasını, iğne deliğinden geçir her şeyi; sesimi,
sanma ki söylenmedi deniz gören odalarda
aktığımız bir yastıktan bir yastığa, elimden
tutan tek heceli taş, düşerken kör kuyulara.
Ters çevrilmiş bir kayık ol, ne olursa o zaman
olsun, albatros yaralansın bakışlarınla, göze
güzel görünsün ahtapotlar, eşele toprağını
bu hepimizi katleden ülkenin, beynim ve
dilim, nasıl da kanıyor ahh!
Sana gelince ey cani okur!
Kolla kendini, koru tenini benden,
ey uyumlu aşkların egemen böceği,
tinim bir kara kasırga; susma! Sana göre
değil bu doygun zaman, seyrek ve garip
bir mürekkeple çizilmişsin sen; bulutsu!
oysa pervanedir şair ahh! Yaklaştıkça
uzaklaşır şiir; koru kendini!
Turgay Kantürk