Mavi Masal – Pelin Temur

[/FONT]
Mavi Masal

Adam kadının adını seslenmiş. Orada olduğunu nereden bilirmiş bilinmez. Orası da masalın sırrı… Kadını yukarı çeken, adını adamın sesinden aşağı taşıyan masalın sırrı…

Adını seslenmiş adam. Kadın koyu maviliğin içinde, koyu maviliğe sürtünerek yükselmiş. Balıklar geçmiş yanından. Ayaklarındaki yumuşak yosun dokunuşları ayrılmış en son parmaklarından. Yeşilden ayrılmış, maviye karışmış kadın. Su altında parlayan bedeni, derya içinde yol açmayı bilerek ilerlemiş. Rengârenk balıklar saçlarına, karnına, avuç içlerine, parmaklarına dokunmuş renkli kuyruklarıyla. Kendisini çağıranın ne olduğunu bilmeden ama bu bilmemeyle onu salt bir seçim olmanın katılığından kurtararak; bir adım sonrasını göremeyen, ama gördüğü yerin dünyanın en gerçek yeri olduğunu bilen kıvrılışlarla ışığa doğru süzülmüş. Aşağıda mutlu değil miymiş kadın? Aşağıdaymış işte. Hep orada olmuş.

Sonra adı seslenilince…

Mavi dışında olup da maviye karışan gün ışığını görmüş saçlarının arasından. Orada biraz durmuş. "Ya tenim kurursa dışarıda, demiş. Ya nefes alamazsam? Ya soğuksa dışarısı? Ya sıcaksa? Ya…"

Adam bir daha seslenmiş. Saçları çekilmiş kadının önünden. Yine o mavi süzülüşe kapılmış. Gün ışığı bir parlayıp bir kayboluyormuş. Derken kadın gün ışığına çıkmış.

Adam onu yanına çekmiş.

Kadının elleri bir balık gibi kayganmış ama adam onları tutabilmiş.

Adam kadını yanına çekmiş.

Tam karşısında durmuş. Onun derya bulaşığı mavi saçlarına bakmış. Orasında burasında parlak renklerle mavi tenine… Mavi parmaklarına, mavi tırnak içlerine… Elini uzatmış, kadının hiç rüzgârsız kıpırdanan mavi saçlarına. Parmakları su gibi var yok bir şeyin içine gömülmüş. Varlığı neredeyse olmayan ama dokunmuş olma hissini, dokunulan başka bir şeyin veremeyeceği kadar yumuşakça veren saçlar, vermiş varlığını adamın parmak uçlarına.

– Balık kokuyorsun, demiş adam.

Kadın gülümsemiş.

Kadın gülümseyince bir şey vurmuş adamın mavi saçların içindeki parmaklarına. Kadın başını eğip akıtmış saçındaki balığı adamın avucuna. Maviden ayrılınca çırpınmaya başlamış balık. Adam, bırakmış bu kaygan yaşam avucunun içinde çırpınsın.

Kadın adama bakıyormuş.

Onun avucunda çırpınan yaşama nasıl bakacağını görmek için.

Adam şaşkınlıkla bakıyormuş.

— Nasıl bu kadar canlı olabiliyor, demiş.

— Dibi gördü de ondan, demiş kadın. Dünyanın dibini gördü, şimdi burada.

Almış balığı adamın ellerinden. Kadının ellerine geçince balık çırpınmayı bırakmış.

— O benim dilim, demiş kadın.

Alıp onu tekrar saçlarının arasına koymuş.

Adam kadının gözlerine bakmış. Aynı çırpınma kadının gözlerinde de varmış. Titremiş adam. “Ya ona zarar verirsem…” Ama hani bir balığı avuçlarınızda tutunca hissedersiniz ya, öyle… Bir yandan kolayca zarar verilebilirmiş gibi, bir yandan ne yapsan, sıksan, boğsan, alıp yere atsan, havaya fırlatsan, ne yapsan, ne yapsan, ne yapsan ona bir şey olmazmış gibi. Her yaşam tehdidinin yanından öyle kayganlıkla geçip gidermiş gibi. Ama bir yandan da birazdan onu tutamayacakmışsın da düşup bir yerine bir şey olacakmış gibi.

Öyle bakıyormuş kadın.

Kadının sesi uğultuluymuş. Yoğun. Çok uzaktan geliyor gibi. Su gibi. Her yerde ve hiçbir zaman.

Adamın sesi netmiş. Her yerde ve hiçbir zamanı eliyle koymuşçasına bulacak gibi.

Kadın sesini germiş adamın sesinin önüne. Adamın sesi kadının sesindeki balık pullarına dokunmuş. Kulağa kayganca akan balık pullarına.

Kadın adamın sesindeki bıçak dönüşlerine dokunmuş. Yavaşça aldığında bir yere zarar vermeyen ama korkuyla yapılacak bir hareketle kulağı dilecek ses bıçaklarına.

— Biz nasıl duracağız böyle yan yana, demiş kadın, benim pullarım bıçak kadar keskin olabilir, senin bıçağın pul kadar kaygan. Birbirimizde varlığımızı mı deneyeceğiz?

— Deneriz, demiş adam, korkma, deneriz.

— Korkarım, ama sen beni çağırdın, ben de maviye dolanıp geldim. Artık korkmak ne ki?

— Sen güzelsin, demiş kadın; sana bakmak güzel. Dağlar gibi kupkurusun. Işık gömülüyor sana. Onu topluyorsun. Güneş altında toprak gibi.

— Sen güzelsin, demiş adam, sana bakmak güzel. Sen ışığı parlatıyorsun su gibi. Onu emiyorsun. Güneş altında parlayan sular gibi.

— Biz birbirimize göreyiz, demiş kadın, sen susamış toprak gibisin, ben akacak yer arayan su gibi. Ben sana akarım.

— Ben seni içime işlerim, demiş adam.

— İkimiz de yok oluruz, demiş kadın, bir varlık biçiminden.

— İkimiz de var oluruz, demiş adam, başka bir biçimde.

— Sonra, demiş kadın, sen de yok olsan, ben de; biz olan var olur.

— Biz ölümü mü bulduk şimdi, demiş adam.

— Yok, demiş kadın, biz ölüm olmayanı bulduk.

Kadın sarılmış adama. Kollarının içinde kuru toprak ezilişini duymuş. Adamsa ılık bir suyla yıkanır gibi.

Sonrası ıslak toprak, sonrası bulanık su.

Toprağı derine hapsetmeyen su; suyu derine hapsetmeyen toprak. Birbirlerini ötekinin diplerinde görünce bilmişler ki, birbirlerindeydiler hep. Bilmişler ki, bir diye bildikleri kendileri ikiydi hep.
Şimdi uzak bir sahil vardır dünyanın bir kıyısında. Yolu oraya düşenler, kıyıyı ö p e n suya bakip şunu düşünürler saatlerce:

Nasıl olur da bu sonsuz ö p ü ş m e d e deniz kumla dolmaz? Nasıl olur da toprak, kum ettiği kendini denizden sakınmaz?

İşte o kadınla o adam bunu bulmuşlar.

Pelin Temur
27aralık08

Join the Conversation

  1. ve kokun gelir uzaklardan yorgun bir deve kervanı, mavi ipekler taşır rüyalarına sensiz kayıp bir türkü ruhum, ve beni çağırıyor denizin dibine düşen saklı düşler… seni özlüyorum mavi olsun adın aşkdan koyu düşlerden açık… Cok keyıflıydı okumak Guzel bır secım aklına yuregıne saglık hos geceler ıyı bayramlar….

  2. “Kaçar gibi yangından. Rüzgarların ardından Baktım da süzgün süzgün Kurşun yükünü gönlün Tüy gibi hafiflettim. Denize hicret ettim.”Mübarek olsun Hicretin AbiCan :flirt:

  3. Nasıl olur da bu sonsuz ö p ü ş m e d e deniz kumla dolmaz? Nasıl olur da toprak, kum ettiği kendini denizden sakınmaz? Harikaydı…Emeğinize sağlık.

Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir