okumalar üzerine*
sloganını şöyle seçmiş bir yayınevi : “insan okur”.
insan yer. . .
insan içer. . .
insan sevişir. . .
insan sıçar. . .
eyvallah ama “insan okur” demek ne demek?
kastedilen şeyin kitaplar olduğunu tabii ki biliyorum: cilt cilt kitaplar, cilt cilt siperler, cilt cilt putlar.
zamanın bir diliminde, çölde bir dağda, okuma yazma bilmeyen orta yaşlı bir arap tüccara gelen “oku” emri vardır. o emre de, o arap tüccara da inanırım. babam kadar olmasa da inanırım.
ama bu “insan okur” sözü bana vahy gibi gelmiyor. çünkü bir ümmî’ye seslenmiyor.
okuma yazma bilen bana sesleniyor. ve benim peygamber olma şansım yok.
niçin okuyayım ki?
biliyorum; insan peygamber olmak için okumaz.
okuyan birisiyim.
çocuktum, o zamanlar da okurdum. milliyet çocuklar, teksaslar, tommiksler, kaptan swingler..
mustafa iyi kuş vururdu. ben pek beceremezdim. geçer içeri okurdum.
şerife’ye aşıktım üstelik ama söylemeye bir türlü cesaret edemezdim. burhan’la öpüşürken gördüm bir ara şerife’yi. daha çok okudum. mustafa, şerife ve burhan benden daha çok hakimdi hayata. ve hakkında daha çok şey bilirdi. ben geç kalırdım enid blayton’a daldığım için.
insan okurmuş. . . daha çok insan olurmuşuz. . . ne büyük yanılgı.
hayatı roman sanan bir adamın yanılgısını anlatır kundera. romanın adı da şaka.
kısaca özetleyeyim: adam üniversite son sınıfta asılsız bir ihbar üzerine atılır. yirmi yıl sonra kendisini ihbar eden muhbirden intikam almaya karar verir. muhbirin karısını ayartacaktır. başarılı da olur. ama muhbirin başka bir kadınla ilişkisi olduğunu, yaptığı şeyin sadece muhbirin işini kolaylaştırmak olduğunu öğrenince gerçeğin ya da hayatın nasıl şakalar yapabileceğini görmüş olur.
ilkokul yılları hayatın gerçeğini örtmek için geçen okumalarla doluydu.
sakız satmakta başarısızdım, tuğcu okudum.
hüzünle acı arasındaki farkı bilmezdim Peyami safa okudum.
iki hafta çalışmaya sabredebildiğim sucudan ayrıldım, okulun karşısındaki kitapçıdan “kaçak lassie”yi çaldım okudum.
okumasam yine o okula kayıt olacaktım: merkez imam hatip lisesi. kafka iki büyük günah var diyor; biri sabırsızlık, diğeri tembellik. ikisinden de ben de bol bol var. sabırsız ve tembel biri olmasaydım zaten tanışacakmışım o insanlarla. okumama hiç gerek yokmuş.
karanlık, ahşap zeminli, üçerli oturma düzeninde doksan kişilik bir sınıf.
paralı yatılılar, parasız yatılılar, ilkokuldan sonra iki yılını kuran ezberlemek için kuran kursunda geçirmiş hafızlar. . .
yatılıların yemekhanede üzerlerine sinmiş kızartma kokusu,
öğle aralarında evcilerin getirdiği yumurta kokusu,
ter kokusu. . .
üstüne üstlük hafızların gözlerinizin içine baygın baygın bakan gözlerinin kokusu. . .
o kokularla, o gözlerle baş edemez okurdum.
insan olmak onlarla paylaşabilmekten geçerdi: orta sonda otuzbir yarışlarına katılmaktan, caminin arkasında sigara içmekten. . . insan olamadığım için okudum.
ötekilerin okuduğum kitaplarda olduğunu sanırdım. okumanın yanılgısı . . . lisede benim de ötekiler içinde olduğumu anladım.
emniyetle yan yanaydı imam hatip’in binası. tam karşıda da askerlik şubesi.
bu hocalarımızı çok gererdi.
pazartesi ve cuma günleri istiklal marşı için toplanıldığında ya da resmi bayramlarda yapılan törenlerde çok dikkatli olmalıydık. hem emniyetin hem de askeriyenin gözü bizdeydi. tüm liseler bu törenleri şamataya çevirirken bizler başımızda zebaniler sus pus geçirirdik. turganyev okurdum sus pusluğu sindiremediğim için.
fıkıh derslerinde zina bahsi hepimizin pür dikkat dinlediği bir bahisti.
teneffüste, boyasını jiletle kazıdığımız pencereden, beş yüz metre ileriden geçen, kaç yaşında, güzel mi çirkin mi hatta erkek mi kadın mı olduğu bile belli olmayan bir silüete, üst üste çıkarak, acayip sesler çıkararak bakıp, kendimizden geçtikten sonra fıkıhçıyı beklerdik.
konunun zina olacağını bildiğimiz için.
anlatırdı: elle zina, dille zina, gözle zina. . .
dille zinayı anlatırken birbirimize dil uzatır gülerdik. gözle zinayı anlatırken de hafızlarla gözgöze gelmekten korkardık.
bidolu ergen erkekle aynı ortamda ergenlik yaşadığım için okudum ihtişam ve sefaleti, madam bovaryleri. . .
köylülüğün ve gericiliğin gelecekteki temsilcileriydik. öyle bakardı hem içerdekiler hem de dışarıdakiler.
bizimse bunu yıkmak için yapabildiğimiz tek şey tefsir derslerine sarhoş girmek, abdestsiz kuran okumaktı.
bireyliğimiz eğitimin tüm incelikleri uygulanarak iğdiş edilmişti. dinci örgütlerin liderleri bile bizim okulumuzdan çıkmazdı. düz liselilerdi.
fuko, niçe, şeriati, sartır, cid’i bu açığı kapatmak için okudum ama beyhude.
ötekilikten kurtulmak için okur insan. sisteme girebilmek, hayata dahil olmak için. . .
boş vakitlerini okuyarak değerlendiren biri olmaya hep imrendim boş vakitlerini gözlerini dinlendirmek için harcayan biri olarak.
cumartesi akşamı çoban hayri ile oturduk içtik. okuması yazması yok denecek kadar. ama kütüphaneler yutsanız hayat hakkında onun kadar bir şeyler bilemezsiniz.
konuştu da konuştu. anlattı da anlattı.
kafa kıyak olmuşken aklıma o slogan geldi: insan okur.
yuh dedim kendi kendime, yuh ki ne yuh.
insan okurmuş. ne de büyük yalan. insan yaşar kuş beyinlim, insan yaşar.
* yazıda bahsedilen kişiler, kitaplar hariç, tamamen gerçektir. yalnızca vahy hakikattir.
blogunuzu şöyle bir inceledim de , anlaşılan siz de epey okumuşsunuz 🙂 yaşayan insanlardan olmanız duasıyla..
Duayla..