Leylâ’nın Kum Defterine Gömüldüğüdür
bir yer düşün; özleyişin gecesi olsun
serin sedir ağacına bağdaş kursun yıldızlar
çobanlar ki kavalıyla çoğalsın,
leylâ, bir pencere kenarında otursun ay’a karşı
her şeye karşı leylâ…
çoğalsın
leylâ,
yürüdükçe kumdan kalelerini kurar çöl;
kertenkele gölgesi, kâfile sesi
bir yılan ıslığı, bir kırba izi
saçlarını tarayan rüzgârın eli
kızıl kum defterine gizler nefesi
bir ağaç gölgesi, bir baykuş sesi…
çocuklar, leylâ, yüzünün ırmağından nasıl geçerdi
söyle hem, bir mendili nereye saklardı çöl?
-onlar ki bilir / bu şiir âşık değil!-
leylâ, dedim, inkârısın kendinin
…
kum uykusuna yatan her kadın
kendi düş kuyusunun Züleyhâ’sıdır
‘dünya’ dedim, dedim ‘dünya’
başakları süren şehir; çitler ardına…
çölün teni yanıyor ve kumda sızı…
ateşi düşsün diye leylâ’nın gözyaşını içiyor
şakağında konukluyor kurşundan bir ağrı…
leylâ, dedim, dünya yem serpiyor acımıza
dindiğinde gam, sustuğunda sazlık kuşları
‘acımız…’ dedim, leylâ, tersinden dönüyor dünya
kalmamışken hayâli iskelede bir elin,
kol kırıldı, yen içinde kaldı elsizlik…
leylâ, dedim, güvertemiz acı alıyor
-sevinçler fora!
aşk defterinde bir kumlu kefen;
kanayan ayağında kaktüs gölgesi
çöl kuşlarının düştüğü kuyu
bir sarı ayna ve uzak hayâl
bir kum fırtınasına gizler nefesi
ışığın elleri, yağmur iğnesi…
leylâ, dedim, camdan bir miskettir dünya
yuvarlandıkça yatağını bulan metâ
surlarını ve sırlarını terk eden kadınlar
tokalarından vazgeçtiğinde
atların vurulmadan koşacağı tek yer kalmıyor
karın tokluğuna dönen dünya, ölen çocuk, devrilen sehpâ…
dünya, dedim, şimdi nerdedir leylâ?
Rabia Gelincik