Hafız – Rabia Boran

Hafız

O geldi, dediler. Annemle evlerine koştuk. Salondaki pervanenin altına doluştuk. Evde, evden de ağır bir hava. Bana vahiy geldi, melekleri görüyorum biliyor musunuz, dedi. Gülümsedi. Yanan sigarasını küllükte unutup bir sigara daha yaktı. Ben yeni elçiyim, beni dinleyin, dedi. Askere gitmişti, kafa iznine göndermişler. Sürekli vahiyden, meleklerden, yeni elçi oluşundan bahsetti. Pervane başımızın üzerinde döndü. Sürekli gülümsüyor. Sürekli susuyoruz. Arada, Kur’an’dan ayetler okuyor. Sesi, kulaklarımızdan girip kemiklerimize bir sızı gibi ulaşıyor. Salonun bir ucundan diğer ucuna yürüyor. Adımları hiç sekmiyor. Kendi kendisiyle mi, bizimle mi konuşuyor? Kafası izinde mi şu anda bilmiyorum. Anne köşeye pusmuş ağlıyor. Pervane başımızın üzerinde dönüp duruyor… Pervaneyle birlikte başım da dönmeye başladı. Yüzüne baktım. Bir gençlik dolusu yaşlanmış yüzüne baktım. Bir gençlik dolusu yaşlandım. Çok ciddi. Göz göze geldik. O anda sanki, bir yerlerden kendisini bulup getirdi kendine ve bana. Hoş geldin, dedi, gülümsedi. Her şeyi unutmuş ama beni unutmamış gibiydi, unutmadığı bir şeyi hatırlamış gibiydi. Pervane başımızın üzerinde döndü. Yüzü gölgelendi. Başımı önüme eğdim. Ayak başparmaklarım birbirine değdi. Kulaklarım sağırlaştı. Ben, diyordu, yeni elçiyim, beni dinleyin! Kıyamet yakındır, aklınızı başınıza alın! Eteğime birkaç damla yaş düştü. Sesi uzaklaştı. Bir kapı sesi duyuldu. Hafızlık ona ağır geldi, dedi birisi. Hafızlık onu hafifletmiş gibiydi. Harfler hafızasından sonsuz bir izin ister gibiydi. Pervane kafamın içinde döndü. Döndü. Döndü…

Annem, babamın akrabalarından kaçmak için şehrin batısından doğusuna sürükledi bizi. Çok geçmeden şehrin doğusunu annemin akrabaları istila etti. Bu insanlar akrabalarım ama hiç tanıdık değiller. Çok çocuklu bir ailesi var onun. Kardeşlerini saymaya el parmaklarım yetmiyor. Her defasında takılıyorum aynı parmakta. Yeni akraba çocuklarıyla bahçede oynadık. Sıcaktan bunalıp salondaki pervanenin altına doluştuk. Elimde bir bez bebek, şaşkın şaşkın duruyorum salonun ortasında. Bizim evimizde yoktu, pervanenin dönüşünü izledim ayakta. Nereye oturacağımı düşünürken, ona en uzak kanepeye iliştim. Başımı kaldırmıyorum ama gözlerini üzerimde hissediyorum. Elbisesini kendim diktiğim bebeğimin eteklerini çekiştiriyorum. Başımın tam üzerinde pervane dönüp duruyor. Göz göze gelmemek için onunla, bebeğime yeni kıyafetler tasarlıyorum. Bebeğime en çok kırmızı yakışır, diyorum. Kırmızı bir elbise teyelliyorum kafamdan. Babası o arada bana yaklaştı. Elinde bir şeker var, en sevdiklerimden. Kız, dedi, oğluma varıcan mı? Utandım. Kızardım. Cevap vermesem şekeri vermeyecek, nazlanacak, uzatacak. Canım şekeri çok çekti. He, dedim, varıcam. Şekeri aldım. Bu yeni oğlan çocuğuna baktım. Fetihten zaferle dönen komutan edasında. Hem de bu zaferi babası bir şekerle bağışladı ona. Şekeri ağzıma attım. Ayaklarımı birbirine yaklaştırdım. Başparmaklarım birbirine değdi. Gözlerimi kapadım. Şekerin dişlerimin arasında kırılışını dinledim. Pervanenin dönüşüne teslim ettim kendimi. Pervanenin çarkları günlerin gecelerin üzerinde çevrildi. Pervane döndü. Döndü. Döndü…

Aramıza onun deliliği girdi. Aramızdan bir gençlik geçti. Hiç karşılaşmadık değil. Uzaktan haberlerini almadım değil. Askere o izinden bir daha dönemedi. Durumu daha da kötüye gitti. Gördüğüm zamanlarda hep gülümsüyordu. Gülümseyerek geçiştirdik kelimeleri. Hep gülümsüyordu. Dudakları başından ayrılmış gibiydi. Başı gövdesinden habersizdi… Nişanlanmadan bir gün önce, evimize uzanan sokağın başında karşılaştık. Gülümsedi. Arapça bir şeyler okudu kısık sesle ve kesik kesik. Sustu sonra. Uzunca yüzüme bakıp gülümsedi. Kafam gövdeme ağır geliyor biliyor musun, dedi. Aklım alev alev yanıyor, dudaklarım benden habersiz başka gövdelere kaçıyor. Birisi hafızamdaki harfleri ateşe verdi, hafızamdaki harfler yanıyor. Yanık kokusunu sen de mi duymuyorsun, dedi. Bana varmaktan vazgeçtin, değil mi dedi. Gülümsedi. Rum 21, Rum 21, Rum 21… diye mırıldanarak uzaklaştı. Ardından sokağın başında kalakaldım. Az ötemdeki evim benden sonsuz uzaklaştırıldı. Yıllardır içimi parçalayarak dönen pervanenin birden durduğunu hissettim. İçim havasız kaldı. Boğulacağım sandım. Bir yanık kokusu geldi burnuma uzaklardan…

Eve nasıl geldiğimi bilmiyorum. Elime Kur’an’ı alıp mırıldandığı ayeti açtım. Ağladım. Yüzümü Kur’an’a gömüp uzun uzun ağladım. Ağladım onun hafızasındaki harfleri söndürmek istercesine…

Rabia Boran

Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir