JİN
"Jin" kelimesi Kürt dilinde "kadın” mânâsına geliyor. “Kadın”ın Yunanca’daki karşılığı “Γυναίκα-Yineka". Sankritçe "gunneka" kelimesi "inek" mânâsına; Türkçe’deki “inek” kelimesi de buradan mülhem. Uluslararası Tıb terminolojisindeki “Gynécologie” (Jinekoloji) yani “kadın hastalıkları bilimi” kavramı da aynı aileden.
İngilizce “Jinn” kelimesi, İslâmî bir kavram olan “Cin”in karşılığı; Fransızlar “Djin” diyorlar. Zira “Demon” (Daimonas) kelimesi “cin” kavramını karşılayamıyor.
"Jun" kelimesi Farsça "Put" mânâsına.
"Jiyan" Farsça "kızgın, kükreyen” mânâsına.
"Jaune" (Jon) Fransızca “sarı” mânâsına.
"Jeune" (Jön) Fransızca “genç” mânâsına.
"Jeûner" (Jöne) Fransızca “oruç tutmak.”June” (Cüun) İngilizce, “Juni” Almanca, “Iunie” Romence, “June” (Jün) Fransızca, “Iouniou” (Yuniu) Yunanca, “Iunius” Latince “Haziran” mânâsına.
"Cinnet" Arabça "çıldırma”, “Genius” (Ciniyıs) İngilizce “Dehâ-dâhi” mânâsına.
Kadın, cin, put, kızgın/kükreyen, sarı, genç, oruçlu, Haziran, cinnet, fehâ, dâhi!
"Femina" Latince "Kadın”, “Femme” (Famm) Fransızca “Kadın”, “Woman” İngilizce “Kadın”, “Femmina” İtalyanca “Kadın”.
"Fem" Arabça" "Ağız”, “Φήμη" (Fimi) Yunanca "Şan-Şöhret”, “Φίμωσις" (Fimosis) Yunanca "Ağzını tıkama”, "Φυματίωσις" (Fimatiosis) Yunanca "Verem".
Kadın, Ağız, Şan-Şöhret, Ağız tıkama, Verem!
Geçenlerde uzun ve karmaşık bir rüya gördüm:
Kendi kendime konuşuyorum: “Leylâk kokuları… Leylâk kokuları bir insanı bu kadar etkileyebilir mi? Nedir bu gizli kimya, ki elimi ayağımı birbirine dolaştırıyor, dizlerimin bağını çözüyor. Her tarafım Lila”
Âniden, 11-12 yaşlarında bir oğlan çocuğu çıkıyor karşıma:
"Leylâklardan, annenden ve Yunan aktris İrini Papa’dan hareketle “kadın”ı tarif et!” diyor.
"En câhil olduğum mevzu budur” diyorum.
Beni ölümle tehdit ederek konuşmaya zorluyor. Büyük bir korku içinde cevap veriyorum:
"Kadın mefhumunun bende ilk uyandırdığı nesne ebruli renkte, ters dönmüş (başaşağı) bir leylâk fiğürü.”
Daha sonra şöyle:
"Echidna (Yunan mitolojisinde kapalı bir varlık, oklu kirpi), sonra Asur Kraliçesi Şamram (Semiramis), Pers kedisi, sığırcıklar, melez, zırh ve mask!”
"Devam et" dedi, çocuk.
Dedim ki: "Mevcut hâkim ideoloji tarafından nevrotik hâle getiriliyormuş, sanal süreçlerin aktrisi oluyormuş. Onun için her şey imgeden ibaretmiş, görüntüleri çarpıtarak algılıyor, farklı merceklerden süzüyor, bu nedenle gerçek tecelliler hâliyle asıllarından farklı bir biçimde yansıyormuş. Bu tesirler onu gitgide somut olgu ve hâdiselere yabancılaştırıyormuş, toplumdışı bir varlık hâline geliyormuş. Böyle tanımları ben değerlendiremiyorum. Yine mefhumları tercih ediyorum. Meselâ “likorinos” diyorum yani “kurtburnu”. Meselâ “Kuzgun Kılıcı” diyorum; “Contemplation” (Dalınç) diyorum. “Siyah bir deri montun iç cebine ite kaka sıkıştırılmış günlük bir gazete” diyorum. “Ten rengi çoraplar içindeki flu ayak parmakları” diyorum. “Difransiyal Fizik”, “Elmalı Venüs”, Pantufleli İhtiyar”, “Kerrakeli Bir Deli”, “İrtifâ” ve “Ya basta” (Yeter!) diyorum.”
Ve çocuğu bir şiir okuyarak kovabildim:
BİR BENEKLİ KURT ŞİİRİ
Kızıl kışlara boğulduğunda Marple Sirope
Aşk kaba kuyruklu bir benekli kurttur
Sanattan düşmüş bir ihtiyar bekler yolda
Tammus efendilerinin sahtiyan kadehlerini
Zerâfet kasından yer kurşunu gönül
Ve maske düşer…
Sağ ayağını kunduz tuzağına kaptırır alatav ergen
Aksi suya düştüğünde bir sarî bâkirenin
"El’ân kemâkan" diye haykırır Dehr
Ebrulî bir aynaya saklanır Apatsza
Mâsum bir fahişe yıkar ayaklarını Ayazma’da…
Gaflet vantuzlarıyla öper çalıları
İdoller devrilir ayaklanır ifşâat
Şerbetli topuğundan kıvrımlı sokakların…
Avucundaki tuzu ateşe attığında Esther
Beyaz bir dişi deve ıhar
Demirhindi tüccarının eşiğine…
Somon dudaklarından öpüldüğünde bir Jericho gülünün
Kaybolan kumların vâveylâsı kopar
Hazine dairesinde iğneli vatosların
Kudurur samyelinin yaladığı kayalar
İhtiyar ölür dirilir bir deli vaşak…
Baharât râyihası karışır
Kudret narının zehrine
Neden yalnız genç kızlar zeytin sağar
Diye hayıflanır bir palikarya
Sübyancılar onaltı yaşında bir Macar kızının
Yüreğini çıkarır St. Paul kuyusundan…
Son lâhzada damlar ılık bir sıvı
Kanı donar hırdavatçı kalfasının
Hâmile bayılıp düşer
Bir gümüş çatalın dişleri kırılır
Sincabî bir yetimin feminde…
Son yemek yenir kuşanılır armura
Altından bir ustura keser işâret parmağını
Muhteris bir karadulun Duha vakti
Tahiyyatta yakalanır güzeller güzeli bir cadu
İncil Kilisesi’ne sığınır
Gece kalpazan gündüz puşt
Ayyuka çıkar hınzır bir kedi
İntikam gelir dayanır kapısına
Kızıl göğüslü bir “Jin”in…
Dr. Hakkı Açıkalın
Yeni tanıştırıldığım bir isim.Okudukça tadını alıyorum. Sıkıntılı başlığı ne güzel yakışmıştı ilk okuduğum yazısına.Uslubu sakatlayıcı idi. İlk okumamda çok az bir kısmını anladım.Anlamadıklarımın ne güzel olduğunu düşündüm.Yeniden okumaya koyuldukça daha önce anladıklarımı anlamamaya başladım.Anlamadıkça da anladıklarımın anlamsızlığını anladım.Derler ki; Babil kulesini inşaya kalkan insana verilen bir ceza’dır “dil”.Bir daha biraraya gelmemeleri, birbirlerine düşmeleri için verilen ceza.Bu yazılar bir tövbe yazısı.Ve tövbe kabul olursa dil ne güzel nimet olacak.Yaratıcının, meleklerin ve iblisin adem’e saygı göstermesi emrini verdiren dile doğru yönelenlerin dili.”Eşyanın İsmini Söyle!”Biz eşyanın isminin söylenebildiği bir dil arıyoruz.Arayanlar ne mutlu…Sağolasın Umman,Hakkı’nı helal et Hakkı Açıkalın…