OYUNLAR-RÜYÂLAR-ŞİİRLER…

OYUNLAR-RÜYÂLAR-ŞİİRLER…

Oyun İçinde Oyun – 1…

Orkide’nin Tebessümü: Bunun anlamı şu; kabul etmek, kabul edilmiş olmak. Bir yönüyle geleneğe dayanır herşey. Geçmiş, bugünde taçlandırılır. Diğer yandan, eğer birşey gerçekten kabul edilebilir ise, ışık kendiliğinden görünür. Haber vermeden, âniden gelir, sizi hayrete düşürür.

Mistik gelenek bu unsurları birbirine bağlar. Kavram muhtevası, Zita’nın belirttiği gibi “yeni-eski kavramlar”dır. Zita, Kappa’nın temel metni sayılır. Formülasyonlarının büyük çoğunluğu geleneksel kaynaklardan köken alır. Vita ve Ruhban filolojisi. Fakat herşey sarmaldır. Örneğin, “buğdayı devşiren” deyimi, Hz. İsa’nın geleceği çağa gönderme yapabilir ancak “ardına bırakmayan” deyimi, ‘Hakikat’in zamansız boyutu “şimdi”ye tekabül eder.

Seyyal-10’un ruhanî konsepti, namütenahilik, ışığın dişil yarısı. Tahl’ı ve Vita’yı hâkimiyeti altına alan ataerkil anlayışı dengelemek olabilir mi s-10’un rolü? Kavalye, Tohr’un ve emirlerin geleneksel disiplinini muhafaza ediyor. Emirlerin kozmik dokunulmazlığı olduğu iddia ediliyor. Emirlerin sırrı (gizemi) bütün evrenleri üstten dönüştürme gücüne sahib. Kavalye’ye göre, dünya üzerindeki bütün beşerî eylemlilikler ilahî potansiyeli güncelleştirecek gücü olmadığını savunuyor. Tanrı bizlere ihtiyaç duyar diyenler de var.

Kavalye kendi gücünü ve başarısını yaratıcılığın ve geleneğin bu keskin harmanından, geçmişe olan sadakatinden ve koyu taasssubundan alıyor. Kavalyenin adamları, kör fundamentalizm ile mistik anarşinin arasında dengede kalmaya çalışırlar. Aralarından bunu başaramayanlar marjinalize olup oyundan koparlar. Altı çizilmesi gereken bir diğer konu da şudur ki, bu adamlar, başlangıç fikirlerinin parlaklığına ve hayret uyandırıcı hayal güçlerine rağmen Kavalye’yle ters düşebilmektedirler. Bu durum Hallac-ı Mansur’un ve Meister Eckart’ın durumuna benzetilebilir. Şüphesiz bunun bir diğer nedeni de içrekliğin dozunun ayarlanamamasıdır. İlk zamanlar sırlar, mürşidden müride sözlü yolla aktarılır ve cemaat küçük bir halkadan ibâret olurdu. Mürşid’in öğretisi kaleme alındıktan sonra bile mesajlar bir kripto inceliğiyle verilir ve sır korunurdu. Zira, bu sırlı mesajın, aydınlatılmış olan birisi için kâfi derecede anlaşılır olduğu, ilke olarak kabul edilirdi. Bundan daha ileri gitmek bir mürşid için de yasaklanmıştı.

Kavalye örgütünün kuruluşu 12. asrın sonlarıyla 13. asrın başlarına denk düşer. Aslında bunlar (örgütü kuranlar) Neo-Kavalyeler olarak da tanımlanabilirler, çünkü; onlar mesajların zamanla paralel olarak yenilenmesini (tecdidini) eşdeyişle yorumlanmasını istiyorlardı. Örgütün kurucuları Çörekçi Revad ve Namık’tır. Hayli radikal olmalarına karşın, bu insanlar gönüllere hitâb edebilme yeteneğine sahibtiler.

Kavalyeciler, bilgilerinin (öğretilerinin) kaynağını Aden (cennet) Bahçesi’nden aldıklarını ileri sürüyorlardı.

Oyun Dışında Oyun-2…

Kavalyeler’in bu kabulleri orijinal tabiatımıza göz kulak olmaya çalışıyor. Adem ve Havva. Bilgi, olgunluk ve kültür meyvasını yemenin kaçınılmaz sonucu olarak bu en eski geleneği bir zamanlar çarçur ettik. Dünya’yı bir kenara bırakmaksızın 'Evrensel Bilinç’i yeniden kazanmak için…

Karaman’ın Koyunu…

12. yüzyılın sonlarına doğru göğün kanunları, felsefe ve mistisizm büyük bir atılım yapmaya başladı. Rihabah Refes, kavalyelerin ilk kanun kitabı olarak kabul edilir. Bu kitab anlaşılamıyordu. Işıklar, güçler ve yardımcılar ortalıkta dolaşıyor, gnostik edebiyat ağırlığı hissediliyordu. Zât-ı İlâhi mes’elesi tartışılıyordu. Problem, ardışık değerlendirmeler arasında ilişki kurmakta çok güçlük çekiliyor olmasıydı. Cümleler çok ağdalıydı. Müteâkip 100 yıl içinde kanun kitabı Pyrénée dağlarını aşıp Katalonya ve Kastilya’ya yayıldı. Semboller sitemi uykuya daldı. Neoplatonik Mistisizm’in öğeleri ve Şeytan’ın kökeni üzerine yürütülen spekülasyonlar bir türlü müşahhas bir zemine taşınamıyordu. 1280’lerde, Aslancı Musa kanun kitablarını dostlarına dağıtmaya başladı. İşin içine erotik resimler, haramî lirizmi ve arkan sembolizmi de girdi. Bir esoterizm (Batınîlik) fırtınası esiyordu. Tartışmalar, İ.S. 2. yüzyıla kadar indi ve Rb. Sh. Y’ye kadar dayandı. Bu kitablar devâsa bir çalışmanın ürünüydü aslında ve bunlara kısaca “Zita" adı veriliyordu. Kimileri de bu kitaba “Nur’un Yayılış Kitabı" diyorlardı. Bu kitab, Rb. Sh. Y ve onun mistik arkadaşları olan Ayyarvah’a atfediliyordu. Zamanla kitaba "İero Zita" adı verildi.

Bir Rüyâ, Tarih 2 Şubat 2000…

İstanbul’un yedi tepesinden biri. Ortada Kumandan, üzerinde zeytin yaprağı (ya da çağla) renginde bir kaftan, başında kırmızı-beyaz bir sarık ve elinde bir el bombası. Sağ yanında ben varım, elimde yine el bombası var. Sol yanında biri daha var ancak tanıyamıyorum, onun elinde de el bombası var. Kumandan, sessizce aşağı doğru bakıyor, çevreyolu Okmeydanı çıkışını seyrediyor ve bir müddet sonra el bombasının pimini çekip fırlatıyor, hemen arkasından ben ve diğer kişi de el bombalarını yola doğru atıyoruz. Birden Anti-Terör timleri peydah oluyor ve etrafımızdaki insanlara gelişigüzel ateş etmeye başlıyorlar. Fakat ilginçtir, etrafımızdaki insanların bazıları da boş değil, âniden otomatikleri çıkarıyorlar ve polisle çatışmaya giriyorlar. Çok şiddetli bir çatışma yaşanıyor. Çatışan insanlar beni, çatışmaya katılmam konusunda uyarıyorlar fakat üstümde silâh olmadığını söylüyorum. Çatışmanın bilânçosu bizim taraf için de ağır. 36 polis ölürken, 21 gönüldaş şehîd oluyor. Ortalık kan gölüne dönüyor.

Pandiou Üniversitesi’nin klübünde Suriye kökenli bir Yunan-Orthodoks’la tanıştım ve bana şöyle bir şiir verdi:

WREATH OF CHIVALIRY (CESÂRET-ŞÖVALYELİK ÇELENGİ)

Herşeyin soyunmaya başladığı tan ağartılarının arefesinde

Yeraltları,

Alnının ortasında parlayan bir zehirli safirle gelenin önünde eğilecek,

ağzı salyalı dehşet müteahhitleridir bunlar.

Üzengiler, böğrünü deşmede zifir atlarının,

Deli bir gecenin ziyâsında.

Hamr ile karışık hâller esiyor, fethedilmemiş sokak aralarında.

Sürreel avcı kuşlar,

nereden geleceği belirsiz darbelere bilenmedeler.

Hayızlı kadınların tedirginliği var,

hâmile ejderlerin kuyruksokumlarında.

Saika yakındır,

göklerden taşların yağması dahî yakındır ve,

Fjörd kunduzlarının şaşkınlık vakitleri,

gizemli bir mesaj yollar sansarlara.

Destansı bir kırmızı cücenin kollarında ruhunu teslim eder,

kara yağız bir palikarya.

Konu bütünlüğü kalmaz beyitlerde, artık.

Buradan ötede anlamını yitirir karar ehli

ve Ulemâ örse dokunur.

Haram ve tâde etlerin pazara çıktığı bir fırsat mesâfesinde

Azab, bir alev topu gibi aydınlatır,

yılların açlarını.

Alatav bir toprağa düşer aksi kanlı divânelerin.

Azgın yaban köpekleri üşüşür leşin başına,

üşüştüğü gibi lolitaların göğüs uçlarına, kart zamparaların.

Herşey birbirine karışır

ve perde, lacivert bir lekeyle iner,

çalı dikenlerinin üzerine.

Göze çarpan "Wreath Of Chivalry" dir, yalnızca.

Brezilya’lı bir öğrenci de katılır konuşmaya:

NOYAN TAPAN*

"Ghysla"nın kapısında bir acı beddua duyulduğunda,

tüm yükselti kampanalarının,

eşsesliliği çınlatacak, gözaltlarını ham ruhların.

Ceset zindanından bir bahrî havalanacak,

tahta pedavra kokularına doğru,

ağzında Sultanî üzüm tâneleriyle.

Yarını kurgulama huzursuzluğu belirdiğinde,

alın çizgilerinde,

Bir kuzgun doğacak, ağzında bir Merlan,

Peri kızlarının nev’i şahsına münhasır ayak diremelerini,

gıptayla izleyecek.

Su’yun dinamiği kavrayacak hasat vakitlerini,

Güney’den Kuzey’e ve Doğu’dan Batı’ya bir diyalektik işleyecek,

Huntington dişli, zelil kulların yüreklerinde.

Hayâl meyal bir vizyon,

beden zindanlarını sararken,

Samur kürkün arasından,

yumuşak bir özdeyiş belirecek:

"Ars Longa Vita Brevis"

Terzi Kası’nın mânâsı sorgulandığında,

Tiyatro kulislerinde,

3 adet "dulavratotu" yoncası savrulacak,

Negatif Evren tarlasına.

Ciddiyet ce sefâletin atbaşı gittiği,

Beton deryaların boş bakışlı ıskarmozları,

aradıkları körpeleri,

bulamaycaklar asla, hemzemin geçitlerde.

"Erdem’le kırbaçlanan kadın", Sade’dan,

gayrısının elinde,

dönüşecek bir zehirli mızrağa.

Fladelfiya kromozomu’nu değerlendirecek,

âmâ bir bakır tüccarı.

Mezmur el altından alıcı bulacak,

Kedigözü taşları’nın çıkarıldığı pirinç tarlalarında.

Namus tütsüsünün yaydığı mesâmata hulûl edici duman,

Şehir tasarımcılarını yeraltı faaliyetine itecek.

Mercanköşk kaynatan 77 yaşındaki sarışın kadının,

saidliği tartışılacak münevverler arasında.

"Ahçik"in anlamı araştırılacak,

Tavus kuşlarının teleklerinde.

Kolay anlaşılmayacak bazı geometriler,

Son nesil insanları tarafından.

"Γραμμικει A" ve Tchakiridis ile başlayan,

Girit tehlikesi işâretlerinin başlangıcı olacak.

Bir yaman eczâ kavanozunda, Feimenn eytişimi aranacak.

Ayakkabı tâcirleri, Cuma namazlarını boykot edecekler.

Sarmısak tohumunu arayacak, Raphael, İkili düzeneklerde.

Kökleriyle birlikte Hira ve 4 feyyaz adam,

Kutsayacak son azizleri.

(*Noyan Tapan: Ermenice "Nuh’un Gemisi" mânâsındadır.)

Oyun İçinde Oyun-3…

Taf uzmanları, Tanrı’nın biyografisini yazmaya çalışıyorlar. Onlara göre Taf, ilâhî kökenli bir isim ve ilâhî oluşu ifâde ediyor. Tanrı nasıl duyumsar, yanıt verir, eyleme geçer? Eril ve Dişil yönleri birbirleriyle ve dünyayla nasıl bir âheng oluşturur? Acil sonsuzluk nedir? gibi sorular üretiliyor ve bunların cevabları aranıyor. Bir görüşe göre, Sonsuzluk, Tanrı’nın köktenci yükselişini ifâde etmektedir. O nedenle Tanrı’ya bir sinonim aramak gerekli değildir. Tanrı, sıradan ve basit kavramlarla eşdeyişle kolay bir dille, yâni avamî dille tasvir edilemez ve buna yeltenenler de boş adamlardır. Tanrı hakkında değer atıflarında bulunma hakkını onlara kimse vermemiştir. Öte yandan, Tanrı’ya ne kadar olumsuz değer atfederseniz, O’na o kadar yaklaşmış olursunuz. Hiçlik, nasıl bir Âyin sürecidir? diye sorulduğunda kimse bu sorunun altından kolay kolay kalkamaz. Evet, bu lafız birinci ilkenin de tâ kendisidir. Âyin, dünyadaki bütün varlıkların gerçekliğinden daha gerçek bir varlıktır. Sade, ancak bu sadeliğin içinde büyük bir karmaşıklığı da barındıran en müşahhas gerçektir, Âyin. Bu evrede Tanrı farklılaşmış durumda değildir. Ne şu, ne bu mevcuttur. Eşya henüz ortada yoktur. Bu evreye Tekir ve Yarımay devresi de denir. Bu yarımay, ADEM’lerin ilki olan ADAM QADMON’un başındaki yarımaydır aynı zamanda. İnsan’ın, Tanrı’nın yansıması ya da gölgesi olduğu söylenir. Orijinal tabiatımız, ilâhî bir arketiptir (orijinal gölge). Kâinat Ağacı, dalları ve yaprakları aşağı doğru, kökleri yukarı doğru (yâni tersine) gelişen bir ağaçtır ve kökenini Yarımay’dan alır. Yarımay, “köklerin kökü"dür.

Hiçliğin derinliklerinde, Hükm’ün ilk noktası ışıldar. Bu, ikinci ilke olan Şâhadet’tir. Bu ilke, Nabih’in sınırları dahilinde dairevî bir yayılma gösterir. Bu daire, Bilme-Anlama dairesidir. Nabih, aynı zamanda ilâhî Ana’dır. Hükm’ün tohumu, Nabih’in tarlasına düşer ve 7 ayrı ilkeye hayat verir.

Oyun Dışında Oyun-4…

İng; Return, Fr; Retourner, İt; Ritornare, Yun; Ξαναγυρίζω (Ksanagrîzo), Tr; Geri dönmek, Ar; Avdet, İbr; Teshuvah. Benlik, sahibine geri döner. Nabih fikrin hem içinde hem de dışındadır. “Ben kimim?" sorusu insanın elini yakan ilk sorudur. Sezgisel pırıltılar, suyun üzerinde kıpırdayan, bir yanıp bir sönen, ele avuca sığmayan güneş huzmeleri gibidir. Derin ve öncesiz olan şuurla kavranamaz, ancak ve ancak soğurulur. Âmâ bilginleri şöyle der: “Öz, bilmeyle değil fakat içselleştirmeyle tatmin olur." Cehl, hiçlikten de ötedir ve orada hiçbir düşünceye yer yoktur. İnsan, şuurluluğu arttıkça hiçliğin anlamını biraz daha kavrar. Ahlâkî ve Ruhî yükseliş aslında hiçliğe doğru vazgeçilmez iki pencere açmaktır.

Şöyle:

Kudret narları dağıtan Roman kızı soğukta yalınayak

"Ayrılık yarı ölmekmiş” nâmeleri gelince

bir hünsanın tavan arasından

kulak kesilir

sızar stalagmitlerin kucağından

ruhumuza, annemin ve benim

La Luna devri kapanmıştır İtalya’da

zaman üst damaktan iner

Huşû ile titreşir cevrler

dekadans işâreti alındığında

Ahadiyyet ve Vahdaniyyet arasındaki fark

diye başlar tartışma

Cağaloğlu kahvehânesinde

Beyaz yüzlü kadın susar

Ey mihrimah! Ey sürûrum

nidâlarına çevrildiğinde ısınır

Ayân olan, sarkaçtır

gün yine biter, vakit yine ihânet eder ve, Dehr o dehrdir hep.

Oyun İçinde Oyun-5…

Ekstatik güç; Allah bilgisi, ekstasiyi de gerektirir derler. Esmâ-ül Hüsnâ’ya ve Hurufiyat’a vâkıf olmayan Allah bilgisine hiç bulaşmasın. Buna bazıları “Haristey" derler. Sicilya, Yunanistan ve Kudüs’te yaşayan bazı adamlar bu bilgiyi edinmek için hayli uğraşıyorlar. Bunlar “İlham” devresinin arayıcılarıdır. Onlara göre Ruh, Kozmik hayat denizinin bir parçasıdır. Zihinler, aslında, hassas geometrik biçimlerdir ve herbirinin izomerleri vardır. Ruh’u katrandan, zihni tanımlardan ve dar alanlardan kurtarmak farzdır. Kimileri “Mücerret Hakikat” ile ilgilenirler. Bu, orijinal bir konudur ama yine de sınırlıdır. Bazıları da, harflerin saf formları ve Allah’ın isimleri üzerinde yoğunlaşırlar. Burada müşahhas bir arayış mevcut değildir, yalnızca düşüncenin müziği esastır. Harflerin muhtelif kombinezonları arasında ilişkiler vardır. Bu ilişkiler yumuşak ve yasalara bağlıdırlar. Bu, şuurun gelişkenliğine de işâret eder.

Ruhum'un, gece mi, gündüz mü daha gerçek olduğunu bilemiyorum…

Oyun Dışında Oyun-6…

Elma tohumlu orkidenin sırrı. Yâni Pardes Rimmonim. 27 yaş hastalığı da derler… Tomer Devorah, yâni Deborah’ın Palmiyesi. Bu, Tanrı’nın ahlâkına nasıl öykünüleceğini anlatan bir kitabtır. Bu kitabı okumak için en uygun mekân, Nil nehrinin ortasında yer alan bir adadır. “Ha-Ari”, İbrânîce “Aslan” anlamına gelir. Bu akronim, ilâhî nitelikleri olan Rabbi İsaac için kullanılır. Eğer sonsuzluk bütün uzayı kaplıyorsa o hâlde, hiçlik nasıl varlığa evrilmiş olabilir? Belki de hiçliğin ilk hareketi ileri doğru atılmak değil, geri çekilmektir. Sonsuzluk, kendi mevcudiyetini geri çekmiştir. Bu geri çekilme, kendisinden kendisine ve her yöne doğru olmuştur ve bu geri çekilme vakumu yaratmıştır. Bu vakum da yaratılış için uygun zemini oluşturmuştur. Geri çekilmenin temel amacı arınmaydı. Böylece bir elemeye fırsat verebilecekti. Sonsuzluk, vakumun içine ışığı muhtelif kanallar aracılığıyla taşıdı. Başlangıçta herşey yumuşak bir seyir izledi. Fakat taşıma süreci ilerledikçe bazı kanallar ışığın gücünü kaldıramadı ve parçalandılar. Işığın önemli bir bölümü sonsuzluktaki kaynağına geri döndü. Geri kalanlar ise, sağlam kanalların içine dağıldılar ve bunlar maddî varlık tarafından yakalandılar. İnsanoğlunun amacı, bu ışığa hâkim olmak ve onu yeri geldiğinde ilâhî zaruret gereği hürleştirmektir. Bu sürece İbrânîce “Tiqqun” adı verilir. Hz. İsâ’nın gelişi de bu süreci tekâmüle erdirmek içindir. Hz. İsâ (Mesih), bizim ahlâkî ve ruhî sürecimizi tamamlamak için gelecektir. Bazılarına göre, İsâ Mesih hiç beklenilmediği veya gelmesinden ümit kesildiği bir dönemde gelecektir. ANCAK bu geliş, onun gerçek gelişinden sonra olacaktır!

Direndim…

Yeni Çağ

Kaçtın Sınırsı çatlaklardan

Zamanda ebedî ışık rehberlik ederken sana

orada, Büyücüler ve şanlı Savaşçılar ülkesinde

Tilkiler, Kurt aklığında

Ardında bir Çımacı bıraktın

Defnedildiği yerde

lâ yusel olmuş aziz Rüyâlar

Artık

esrarlı takvimin sayfası

itiyor Ruh’umu

Peygamberânın çığlığını okuyordun

ancak, İstikbâl kapandı haznelerde ki,

düşen ve kırılanlardır onlar

yayarak semavâta bir rayiha

Berr ve Arş üzerinde

Çımacı Levh-i Mahfuz’da onu görmeye yetişti

belki, yaprağa, onu sana mırıldanmasını söyledi

seni hapseden yitik Orman’da,

Tilkiler kurt aklığında

Şimdi Köprüler’i ulamaya çalışıyorum

Büyük Jeodezi’lerin gizli Eğimler’inde

hükmedici müzmin Sefâlet’in sebebi

geriye bir seyahat yapıp onu yakalamak için

Huruf(un)un mümkünlerini (senden) soruyorum

Senin için Yeni Çağ dendi

lâkin ben, senin için alçak sesle söylüyorum: Aνάτα

erimiş saatlerin

zifirî rakamlarında

Δημητρης Λειβαδητης (Dimitris Livaditis’in şiiri).

Cevab geldi…

LYNX VE CEVABLAR

Duvarlar üzerinde yürüdüğünde bir bâkire

Tek başına

Ve, bir çift yılan seviştiğinde

Karakulak ormanlarında

Ân gelmiş demektir,

suçun ne kadar büyük olursa olsun.

Ebrulî zehirlerle geldiğinde bir haile

yalnız başına

Ve, göz herşeyi gördüğünde

Karanlık odalarda

Ân mutlaka gelmiştir,

Cezası kâle alınmaz

Esrârkeş tekkelerinde gecelediğinde dişi bir deve

Ecinnilerle beraber

Ve, aşk herşeye kâdir olduğunda

Şeytan’ın yüreğinde

Ân o ândır

Tuzatükürenler dolaştığında ruh aynamızda

Cinsiyetsizlerle kolkola

Ve, çatladığında eflâk, kaprisinden

Anka’nın kuyruğunda

Dehr o dehr’dir

Elf-i Sânî indiğinde sandukalarla Arş’tan

Kanatlarıyla Mukarreb’in

Ve, taş dibe vurduğunda ağır ağır

Semâ’nın koynunda

Ân gelmiştir, tutulmaz

Kevâşeler seyre daldığında kuytuları

Amber ve misk uçuşmalarıyla

Ve, döndüğünde oklar geri

Çalparalar eşliğinde

Şüphesiz Zaman tamamdır

Âyât sardığında zemini, hesapsız sualsiz

Ensemizde titremelerle

Ve, kanlı etamin devrildiğinde

Avuçlardan aşağı

İşte o ân

Kedi görünür Azman’da…

Dr. Hakkı Açıkalın

Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir