Yitik Şairler Ülkesi

Yitik Şairler Ülkesi

-kudemâya-

Leylaklar leylâ kokardı
Ergûvân bakışlarımda yiterken Boğaz
Itrî tutardı elimden o ân
Akardı zaman
Susardı füsûnlu sularda mekân
Ve serin şehrâyin şarkıları yayılırdı âleme
Dile gelirdi naz, söz ve saz.

Benim adım İstanbul olurdu o zaman
Sütûnlarda, kubbelerde aşkla büyürdüm
Sakallarından koca suskunluklar sarkan
Sinanlar vururdu yüreğimin kıyısına
Bir sülüs, bir gubârî olurdu içim
Sükût kesilirdi yedi tepe
Sükût kesilirdi renk, ahenk ve biçim.

Kerbelâdan, âhlar, gâzel gözlü ahûlar
Rûha dolan “yâ hû”lar taşırdı aşk kervânları.
Gül kurusu mecnûn aksamlarda
Kurulurdu durgun sularda Fûzûlî Divâni.

Bir mavi rüyâ sihriyle mestâneydi asûmân
Âşiyânda güller düşünce yere.
Cihangir kan ağlardı lâl ikindilerde
Ve yanmak düşerdi bahtına
Bükük boyunlu cumbalı evlerin.
Sonra Bâkî olurdu İstanbul
Hoş sâdâlar yankılanırdı gök kubbede.

Erzurum’dan Topkapı’ya kumrular uçardı.
Kaza oklarıyla kimin öldürüldüğünü sorardı
Birbirine sular ve surlar
Susardı Yedikule
İçine gömülürdü payitaht.
Çün kolay değildi
Nef’i’nin nefesinin kesilişine şahitlik.

Güller gülerdi Nedîm’in eylüllerinde
Serâpâ âbâd olurdu Sadâbâd
Eli zilli, ince belli bir rakkâse edâsıyla
Tutuştururdu gülleri, gönülleri Göksu
Çamlıca dalarken eski konakta
Küf kokulu bir hayâle.

Aşk doğuran gecelerin ıssızlığında
Gâlipler mağlûp olurdu
Beyhan iklimlerinde.
Hüsnler, Asklar damlardı mehtaptan
Mehtaptan kan damlardı Galata’ya,
Aşk damlardı.
Mumdan gemiler kalkardı sonra mor vakitlerde
Yârin âtes dudaklarının bilinmezliğine dogru.
Yitik martı kanatlarında sonsuzluk olurdu
En âteşîn mesnevisi Dersaadet’in.

Mezar taşlarında konuşurdu hayat
Karacaahmet’e, Beyoğlu’na inat.
Bir fetih şiiri fısıldardı her gece serviler
Oynasan kumruların koynuna.
Ve her seher kâh Fâtih olurdu,
Kâh Eyyub gölgeler…

Tanbûrî Cemil Bey tüterdi yaz bahçelerinde,
Kirpiklerden Leylâ Hanımlar,
Nigâr Sultanlar akardı
Ve susmuşluğunda musîkînin
Nihâvend olurdu gül,
Hüseynî olurdu sümbül.

Bir otel odası dar gelirdi
Şairin Kemâl'ine.
Kalbini açardı kafiye ve arûz,
Ve rindân konardı gönül dallarına şairin.
“Gûrûba karşı son bahçelerde”
“Ya aşk içinde harab olurdu gönül,”
Ya tanbur ney meşkinde.

Necdet Karasevda

Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir