Yeryüzü Âyetleri – Furûğ-i Ferruhzâd

Yeryüzü Âyetleri

O gün
Soğudu güneş
Ve toprağın bereketi kayboldu

Ovadaki yeşillikler,
Denizdeki balıklar kurudu
Ve toprak, ölüleri
O günden sonra kabul etmedi

Uçuk renkli tüm pencerelerde, gece
Kuşkulu bir portre gibi
Sürekli başkaldırıyordu
Ve yollar
Karanlıkta son buldu

Hiç kimse aşkı düşünmüyordu artık
Hiç kimse ülke fethetmeyi düşünmüyordu
Ve hiç kimse
Hiçbir şeyi düşünmüyordu artık

Yalnızlık mağaralarında
Saçmalıklar dünyaya geldi
Esrar ve afyon kokuyordu kan
Gebe kadınlar
Başsız bebekler doğuruyordu
Ve beşikler, utançlarından
Mezarlara sığınıyordu

Ne kadar acı ve kara bir gün
Peygamberlik risalesine
Galip gelmişti ekmek kavgası
Ve peygamberler…
Vaat edildikleri yerlerden kaçtılar
Ve kaybolan kuzular, çölde
Çobanın "hey, hey" sesini
Duymadılar artık

Sanki, gözlerde
Hareket, renk ve görüntüler
Ters görünüyordu aynalardaki gibi,
Alçak soytarıların başlarında
Ve utanmaz fahişelerin yüzlerinde
Kutsal nurdan bir ayla
Yanan meşale gibi parlıyordu

Alkol havuzları
Zehirli gaz buharlarıyla
Hareketsiz duran aydınlar topluluğunu
Kendi derinliklerine doğru çekti
Ve zararcı fareler
Eski hazinelerde
Kitapların yaldızlı sayfalarını
Kemirdiler

Güneş ölü idi
Güneş ölü idi ve yarın
Çocukların zihninde
Kaybolmuş belirsiz bir kavram taşıyordu

Ve onlar bu pörsümüş kavramın tuhaflığını
Ödevlerinde
Kaba kara bir leke ile betimliyorlardı.

İnsanlar,
İnsanların alt tabakası
Duygusuz ve şaşkın
Cesetlerinin uğursuz yükü altında
Gurbetten gurbete koşuyordu
Ve acı dolu cinayet arzusu
Göğüslerinde kabarıyordu

Bazen bir kıvılcım, nâçiz bir kıvılcım
Bu ruhsuz suskun topluluğu
Bir anda çökertiyordu
İnsanlar birbirlerine saldırıyor
Ve bıçaklarla kesiyordu
Birbirlerinin boğazını
Ve orta yerde kandan bir yatakta
Ergin olmayan kızlarla
Beraber oluyorlardı.

Kendi vahşetlerine batmıştı onlar
Ve ürkütücü suçluluk duygusu
Kör ve aptal ruhlarını
Felç etmişti.

İdam törenlerinde her zaman
Darağacının ipi
Bir mahkumun korku dolu gözlerini
Yuvalarından çıkardığında
Onlar kendi kendilerine dalıp gidiyor
Ve şehvetli bir düşünce ile
Yaşlı ve yorgun kasları iğnelenmiş gibi kasılıyordu

Ama park köşelerinde her zaman
O küçük canileri görürdün
Ayakta
Ve fıskiyelerden fışkıran suya
Şaşkın şaşkın bakmakta.

Belki yine de
Donmanın derinliklerinde, yılgın gözlerin ardında
Yarı canlı bir baygın
Ayakta kalmıştı
Ve son nefesinin telaşında
Suların temiz sesine inanmak istiyordu.

Belki, ama ne kadar sonsuz bir boşluk!
Güneş ölü idi
Ve hiç kimse bilmiyordu
Yüreklerden kaçan o hüzünlü güvercinin
Adının inanç olduğunu

Âh ey tutsaklığın sesi
Senin ümitsizlik iniltin
Bu iğrenç gecenin karanlığında
Aydınlığa doğru hiçbir tünel açmayacak mı?
Âh ey tutsaklığın sesi
Ey seslerin son sesi…O gün
Soğudu güneş
Ve toprağın bereketi kayboldu

Ovadaki yeşillikler,
Denizdeki balıklar kurudu
Ve toprak, ölüleri
O günden sonra kabul etmedi

Uçuk renkli tüm pencerelerde, gece
Kuşkulu bir portre gibi
Sürekli başkaldırıyordu
Ve yollar
Karanlıkta son buldu

Hiç kimse aşkı düşünmüyordu artık
Hiç kimse ülke fethetmeyi düşünmüyordu
Ve hiç kimse
Hiçbir şeyi düşünmüyordu artık

Yalnızlık mağaralarında
Saçmalıklar dünyaya geldi
Esrar ve afyon kokuyordu kan
Gebe kadınlar
Başsız bebekler doğuruyordu
Ve beşikler, utançlarından
Mezarlara sığınıyordu

Ne kadar acı ve kara bir gün
Peygamberlik risalesine
Galip gelmişti ekmek kavgası
Ve peygamberler…
Vaat edildikleri yerlerden kaçtılar
Ve kaybolan kuzular, çölde
Çobanın "hey, hey" sesini
Duymadılar artık

Sanki, gözlerde
Hareket, renk ve görüntüler
Ters görünüyordu aynalardaki gibi,
Alçak soytarıların başlarında
Ve utanmaz fahişelerin yüzlerinde
Kutsal nurdan bir ayla
Yanan meşale gibi parlıyordu

Alkol havuzları
Zehirli gaz buharlarıyla
Hareketsiz duran aydınlar topluluğunu
Kendi derinliklerine doğru çekti
Ve zararcı fareler
Eski hazinelerde
Kitapların yaldızlı sayfalarını
Kemirdiler

Güneş ölü idi
Güneş ölü idi ve yarın
Çocukların zihninde
Kaybolmuş belirsiz bir kavram taşıyordu

Ve onlar bu pörsümüş kavramın tuhaflığını
Ödevlerinde
Kaba kara bir leke ile betimliyorlardı.

İnsanlar,
İnsanların alt tabakası
Duygusuz ve şaşkın
Cesetlerinin uğursuz yükü altında
Gurbetten gurbete koşuyordu
Ve acı dolu cinayet arzusu
Göğüslerinde kabarıyordu

Bazen bir kıvılcım, nâçiz bir kıvılcım
Bu ruhsuz suskun topluluğu
Bir anda çökertiyordu
İnsanlar birbirlerine saldırıyor
Ve bıçaklarla kesiyordu
Birbirlerinin boğazını
Ve orta yerde kandan bir yatakta
Ergin olmayan kızlarla
Beraber oluyorlardı.

Kendi vahşetlerine batmıştı onlar
Ve ürkütücü suçluluk duygusu
Kör ve aptal ruhlarını
Felç etmişti.

İdam törenlerinde her zaman
Darağacının ipi
Bir mahkumun korku dolu gözlerini
Yuvalarından çıkardığında
Onlar kendi kendilerine dalıp gidiyor
Ve şehvetli bir düşünce ile
Yaşlı ve yorgun kasları iğnelenmiş gibi kasılıyordu

Ama park köşelerinde her zaman
O küçük canileri görürdün
Ayakta
Ve fıskiyelerden fışkıran suya
Şaşkın şaşkın bakmakta.

Belki yine de
Donmanın derinliklerinde, yılgın gözlerin ardında
Yarı canlı bir baygın
Ayakta kalmıştı
Ve son nefesinin telaşında
Suların temiz sesine inanmak istiyordu.

Belki, ama ne kadar sonsuz bir boşluk!
Güneş ölü idi
Ve hiç kimse bilmiyordu
Yüreklerden kaçan o hüzünlü güvercinin
Adının inanç olduğunu

Âh ey tutsaklığın sesi
Senin ümitsizlik iniltin
Bu iğrenç gecenin karanlığında
Aydınlığa doğru hiçbir tünel açmayacak mı?
Âh ey tutsaklığın sesi
Ey seslerin son sesi…

Furûğ-i Ferruhzâd

Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir