Serüven
Hepimiz ormanda kaybolmuş, korkmuş ve ağlarken buluyoruz ilk kez şiir deresini. Gözlerimizi silip, hayretle bakıyoruz bulduğumuz bu yeni, gizli daha önce bildiğimiz hiçbir şeye benzemeyen ışıltılı suya. Gördüklerimizi anlatmak coşkusuyla deli gibi koşarak çıkıyoruz ormandan. Ağaçlara çarpıyoruz, dallar gömleklerimizi yırtıyor, dikenli çalılar dalıyor kısa pantolonlu, çıplak bacaklarımızı. Bazılarımız, ormanda kaybolmaktan korktuğu halde tekrar giriyor ormana.
Şiir'de birinci aşamadır bu: Merak.
Önceleri kaybolmadan bulamıyoruz derenin sapa keçiyolunu bir daha. Ardımıza serptiğimiz ekmekleri kuşlar yiyor, rüzgâr siliyor ayak izlerimizi, kırdığımız dalları onaran biri mi var? Daha önce kimsenin bulmadığı bir şey bulduğumuza eminiz yine de. Sonra sonra içimizden gölgelerin, otların, taşların ve ormanın diğer işaretlerinin dilini çözen, her ormana girdiğinde dereye inen patikayı bulabilenler oluyor.
Şiir'de ikinci aşamadır bu: Alışkanlık.
Artık saatler geçiriyoruz derenin yanında. Geri döndüğümüzde bile bir parçamız orada kalıyor sanki. Kimseler anlam veremiyor bu dalgın, uzaklara bakan, kimi zaman eşini görmedikleri bir erinçle ama çoğunlukla orada olmaktan sıkıntılı -sanki evde ya da dışarda bizi bekleyen bir kadın varmış da onu biraz daha bekletirsek ayrıldığımız yerde bulamayacakmışız gibi- huzursuz halimize. Bazılarımız geri dönmemeye karar veriyor. Kuruyor çadırını derenin kıyısına.
Şiir'de üçüncü aşamadır bu: Tutku
İlk günler her şey güzel. Dere boyunda yürüyoruz artık. Bazen başka çadırlarla karşılaştığımız da oluyor. Hayret! nasıl da görmemişiz hiçbirini daha önce. Bazı çadırlar boş, tanışıyoruz bazılarının sakinleriyle. Sonra giderek bir yetmezlik duygusu kaplıyor içimizi. Yeni bir söz arıyoruz, hiç denenmemiş bir söz, kimsenin bulmadığı bir dere, kutsanma ya da lanetlenme. Çadırını söküp kente dönenler oluyor, delirenler, küsenler, çadırına kapananlar, ellerinde kazma kürek derenin yatağını çevirmeye çalışanlar.
Şiir'de dördüncü aşamadır bu: Cinnet.
Çadırım hâlâ o derenin kıyısında duruyor. Bir sabah uyandığımda artık derenin kıyısında değildim. Dereyi geçmeyi hiç denememiştim ama şimdi dere benim içimden geçiyordu. Bu son aşama değil, seziyorum. Boş çadırların sakinlerinin dereye dönüştüklerinden şüpheleniyorum.
Gökçenur Ç.
Her Kitabın El Kitabı’ndan
Mükemmel analiz.Aynı gerçeklerle, anlatılan tasvir çok doğru…
“Çadırım hâlâ o derenin kıyısında duruyor. Bir sabah uyandığımda artık derenin kıyısında değildim. Dereyi geçmeyi hiç denememiştim ama şimdi dere benim içimden geçiyordu. Bu son aşama değil, seziyorum. Boş çadırların sakinlerinin dereye dönüştüklerinden şüpheleniyorum”ben de…
“Artık saatler geçiriyoruz derenin yanında. Geri döndüğümüzde bile bir parçamız orada kalıyor sanki. Kimseler anlam veremiyor bu dalgın, uzaklara bakan, kimi zaman eşini görmedikleri bir erinçle ama çoğunlukla orada olmaktan sıkıntılı -sanki evde ya da dışarda bizi bekleyen bir kadın varmış da onu biraz daha bekletirsek ayrıldığımız yerde bulamayacakmışız gibi- huzursuz halimize.” bu satırlar nasılda anlattı beni bana,hakikaten mükemmel analiz…şunu söylemeliyim ki,çok çabuk gelişiyor herşey,henüz merak aşamasındayken bir bakmışsınız cinnetin eşiğinde duruyorsunuz…