Sevgililer sevgilisine… Aşk ile!
Ah Ey Yâr!
I.
-Cibril’in vahameti gökmakamdan sızan-
Vakit: An’ın nura döndüğü Rebiülevvel
Mahal: Aziz Mekke
Âmine’nin kadim rüyasından bir şafak vakti,
Kan sıcağıyla kavrulan çöllere Göklerin Ebrâr’ı indi.
Şimdi rüzgâr kâinata tennuredir,
Cümle gök bulutu birer sikke…
Mukaddes doğum sana nasipmiş ey! Aziz Mekke…
II.
Olmasan… bu alemler yaratılır mıydı sanki
Cihan o yüce aşk ile tanışabilir miydi
Tahammülü mü olurdu gülün dikene
Bu semâ yere düşmeden orda durabilir miydi
Ah ey Yâr! Olaydım…
Topuğunu öpmekle nasiplenen bir aciz zerre,
Uhud’un Hayber’in tozu içinde…
III.
Vakitler ötesinden kalplere inşirah vaadoldu, bilinsindi
Aşk… misk-i amber kesildi, usulca tenlere sindi
Şahlandı göğün atları, meltemler geçti şehirden
Buheyra bildi ilkin, alemlere rahmet geldiğini
Şimdi zaman o emsalsiz cenge gebedir
Bir esrar… Bir ağır hava… Bir gümüş yazı…
Hira’dan yankılanıp ruhuna değdi ilk vahyin ayazı .
IV.
Tene sır gerek, sırrın adı Sen
Neye nefes gerek, neyzenin soluğu Sen
Bu nasıl yanmaktır, gecenin rengi ağmış!
Cana sebep gerek, yarin adı Sen!
Ah ey Yâr! Olaydım ben de…
Ayın ondördü çehrene değen bir garip sâbâ,
Taif’in, Yesrib’in sisi içinde…
V.
Uyanarak göğnüdü gün, esnedi Ebu Kubeys’in efkârı
Habib dağları omzuna aldı, bildirmek üzre Kahhar’ı
Safa’dan yankılandı sesi bir emin edayla… ışıdı
Kelâm hikmetliydi, sanki Burak sırtında hakikati taşıdı
Şimdi dağa taşa, güle yele O’nun adı mihenktir
Cahil ne bilsin akl-ı selim iken meczup olmayı
Meydana düşen nasıl yiğitse de, kılıca şeyda gerektir.
VI.
Kureyş nasıl incitti seni, nasıl…
Oysa seninle tutuşmamış her ömür birer beladır.
Kuyulara da hapsolsam, derim de yüzülse bin fasıl,
Hasretin öyle ki, bütün felfelek bahardan evlâdır.
Ah ey Yâr! Olaydım ben de…
Alnına misafir bir damlacık terin,
Mekke şemsinin harı içinde…
VII.
-Azrail’in azametidir gökmakamdan taşan-
Vakit: An’ın hüzne döndüğü Rebiülevvel
Mahal: Yanan Yesrib!
Ateşin yüzünde soluyor ayrılık, ter atıyor gül
Bu arşta yankılanan, ebabillerin hüznüdür, meleklerin düğünü.
Şimdi cümle cihan varlıkları semâ ediyor aşkla
Ve fakat, acz ile yalnızlığı aşikar kılıyor mir’ât
İşte! Yesrib’ten de geçip, O’na gidiyor Fahr-i Kâinat…
VIII.
Sırrı döküldü aynaların, kalakaldık
Çıkmadı göğün yüzündeki leke o günden beri
Sensiz nasıl da çaresiz bu kalabalık
Sızlıyor an be an, derin yaranın yeri
Ve ah ey Yâr!
Günler geceye bin yılda bağlanırken, bin bir yaşla
Ayn Mim’i sen için sarmalarken,
Vav olmuş eğiliriz… eğiliriz aşkla…
Elif Nuray
Hat ve Süsleme:
Sülüs İsm-i Nebi
Hat: Halil Özkan
Gül tarama: Neslihan Duran