ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR

ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR

İnsan ada değildir; bütün de değildir tek başına, anakaranın bir parçası, okyanusun bir damlasıdır; bir kum tanesini bile alıp götürse deniz, küçülür Avrupa, sanki kaybolan bir burunmuş, dostlarının ya da senin bir yurdunmuş gibi; bir insanın ölümüyle eksilirim ben, çünkü bir parçasıyım insanlığın; işte bu yüzden hiç sorma çanların kimin için çaldığını, çanlar senin için çaliyor…

John Donne

Kanun Çıplaktır – Aimé Césaire

Kanun Çıplaktır

uzun bir haykırıştan ve sütü taşırmamdan,
orman tepelerinde sürünerek ve yaralı kaçan topraktan
başka asla bir kadını etkilemediğim
harika bir baharın sersemlettiği kalbime doğru yürüdüm.

çok fazla temiz
bir suyun ardındaki
işte benim
ve kuşlar için gerçek bir yemek gibi duran kuruntulu güvercinlerimizle cıvıldaşan.

artık tüm entrikalar boşuna kurulsun.
tüm taş değirmenleri dönsün.

artık bir makine yok ki sağabilsin,
hala ulaşılamayan sabahları.
tüm engellerim kusurlu benim,
ve ruhsuz.
ve kanun çıplaktır.

Aimé Césaire (1913-2008)

Çeviri:Gül Çiğdem

 

Düşü Ne Biliyorum  – Nilgün Marmara

Düşü Ne Biliyorum

Kimdi o kedi, zamanın
eşyayı örseleyen korkusunda
eğerek kuşları yemlerine,
bana ve suçlarıma dolanan?

Gök kaçınca üzerimizden ve
yıldız dengi çözüldüğünde
neydi yaklaşan
yanan yatağından aslanlar geçirmiş
ve gömütünün kapağı hep açık olana?

Yedi tül ardında yazgı uşağı,
görüldüğünde tek boyutlu düzlüktür o
ve bağlanmıştır körler
örümcek salyası kablolarla birbirine
sevişirken,
iskeletin sevincini aklın yangınına
döndüren, fil kuyruğu gerdanlıklarla.

Yine de, o, zaman kedisi
pençesi ensemde, üzünç kemiğimden
çekerken beni kendi göğüne,
bir kahkaha bölüyor dokusunu
düşler maketinin,
uyanıyorum küstah sözcüklerle:
Ey, iki adımlık yerküre
Senin bütün arka bahçelerini
gördüm ben!

Nilgün Marmara

Peter Carey, Bir Sahtekâr Olarak Hayatım

“O zaman bileğimi daha çok sıktı ve acıyla bağırdım. Sonra çok sakin ama dehşet uyandıran bir sesle Kayıp Cennet’ten üç dize okudu:
‘Senden istedim mi, Tanrım, çamurumdan/ Bana insan sureti vermeni, Senden diledim mi/ beni karanlıktan çıkarıp yüceltmeni?’ Lanet nüfus cüzdanımı ver, dedi.”
-Peter Carey, Bir Sahtekâr Olarak Hayatım

Biri bana şöyle demişti:

Bakmamın bir sakıncası var mı ?
-Hayır.
-Sıkılmış gibisiniz?
-Hayır, iyiyim.
-Ne yapıyorsunuz?
-Okuyorum.
-Bana bir içki ısmarlar mısınız?
-Elbette.
-Buraya sık gelir misiniz?
-Bazen, geçerken uğrarım.
-Neden okuyorsunuz?
-Benim işim bu.
-İlginç.
-Birdenbire söyleyeceklerimi unuttum;
-Bu bana çok sık olur.
-Ne söylemek istediğimi bilirim.
-Neden söylemek istediğimi bilirim.
-Ama konuşmak zamanı geldiğinde konuşamam.
-Bu herkesin başına gelir.
-“Üç Silahşörler”i hiç okudun mu ?
-Hayır. Ama filmini gördüm.
-Neden ?
-Çünkü,orada bir Porthos vardır.
-Aslında “Yirmi Yıl Sonra”dan bahsediyorum.
-Porthos, uzun boylu,güçlü,biraz da aptal biridir.
-Hayatı boyunca hiçbir şeyi düşünmemiştir.
-Bir mahzene orayı havaya uçurmak için
-bomba yerleştirmesi gerekmektedir.
-Bunu yapar.
-Bombayı yerleştirir,fitili ateşler.
-Sonra da elbette koşarak uzaklaşır.
-Ama o an birden düşünmeye başlar.
-Koşarken adımlar birbirini bu kadar
-seri bir şekilde nasıl takip etmektedir?
-Belki bunu daha önce sende düşünmüşsündür.
-Bu düşünce yüzünden donar kalır.
-Hareket edemez,ilerleyemez.
-Bomba patlar ve mahzen üzerine çöker.
-İlk etapta güçlü omuzlarıyla direnmeye çalışsa da,
-bir ya da iki gün içinde,ezilerek hayatını kaybeder.
-Düşünmeye başladığını ilk an onun ölümünün sebebi olmuştur.
-Bana bu hikayeyi neden anlattınız?
-Nedeni yok,sadece konuşma olsun diye.
-Neden insanlar sürekli konuşmak zorunda?
-Belki de bu kadar çok konuşmamalı,hayatı sessizce yaşamalıyız.
-Ne kadar çok konuşursak,kelimeler de anlamlarını o kadar yitiriyor.
-Belki. Ama bu mümkün mü?
-Bilmiyorum.
-Bence konuşmadan yaşayamazdık.
-Ben konuşmadan yaşamak isterdim.
-Evet,güzel olurdu. Değil mi?
İnsanların birbirlerini daha çok sevmeleri gibi.
Ama maalesef mümkün değil.

-Ama neden? Sözcükler sadece insanların düşüncelerini ifade etmeli.
Bize ihanet etmemeli.

-Doğru ama biz de onlara ihanet ediyoruz.
İnsan kendini ifade etmeliydi.
Ve o bunu,yazarak yaptı.
Düşün, Plato gibi biri hala anlaşılıyor-anlaşılabiliyor.
O,Eski Yunan’da yaşamıştı, 2500 yıl önce.
Şu an kimse o dili bilmiyor,en azından tam olarak.
Buna rağmen,hala bizlere ulaşıyor.
İşte bu yüzden kendimizi ifade ediyoruz.
Ve etmek zorundayız.

-Neden? Birbirimizi anlamak için mi?

-Düşünmek zorundayız ve düşünmek için de sözcüklere ihtiyacımız var.
Çünkü düşünmenin başka bir yolu yok.
İletişim kurabilmek için konuşmalıyız; hayatın gereklerinden biri de bu.
-Evet ama bu çok zor.
Bence hayat kolay olmalı.
Sizin “Üç Silahşörler” konuşmanız iyi bir hikaye olabilir.
Ama korkunçtu.

-Evet ama bir işaret noktası vardı.
Bence; insan ancak bir süre yaşamdan feragat ettiği zaman konuşmayı öğrenir.
Bedel budur.

-Yani konuşmak ölümcül müdür?

-Konuşmak neredeyse bir yeniden doğuş demektir.
Bir anlamda, yaşamın diğer boyutudur.
Yani bir insan konuşabilmek için,
yaşamının konuşma olmayan bölümünden geçiş yapmalıdır.
Söylemek istediğim şeyi net olarak ifade edemiyor olabilirim ama..
İnsanı, düzgün bir şekilde konuşmaktan alıkoyan şey,
yaşamdaki bu ikilemin farkında olmayışından kaynaklanmaktadır.
Ama insan günlük yaşamını sürdüremez.
Bilemiyorum, bu..
Ayrımla!
Dengeyi kendimiz kurarız. Sessizlikten,sözcüklere geçişimizin sebebi de budur.
Bu ikilemin arasında gider geliriz çünkü hayatın devinimi bunu gerektirir.
İnsan bu şekilde,günlük yaşamdan daha üstün bir yaşama yükselir: Düşünce yaşamına!
Ama işte bu yaşam da,insana,günlük yaşamından tamamıyle sıyrılmasını şart koşar.

-O halde,düşünmek ve konuşmak aynı şey midir ?

-Öyle,öyle.
Bu konuda. Plato’nun şöyle bir sözü vardır:
” Hiç kimse düşünceyi, onu ifade eden sözcüklerden ayıramaz.”
Düşüncenin zorlayıcı şartı,onun ancak sözcükler vasıtasıyla kavranmasıdır.

-Peki insan,yalan riskini de üstlenmeli midir?

-Yalanlar da maceramızın bir parçasıdır.
Hatalar ve yalanlar birbirlerine benzer.
Tabii burada sıradan yalanlardan bahsetmiyorum.
Birine gideceğine dair söz verirsin;
ama canın istemez ve gitmezsin.
Görüyorsun ya bunlar basit şeyler.
Ama incelikli bir yalan hatadan biraz daha farklıdır.
İnsan bazen düşünür ama bir türlü doğru sözcüğü bulamaz.
Bazen ne söyleyeceğini bilemeyişinin sebebi budur.
Doğru sözcüğü bulamamaktan korkarsın.
Tek açıklaması bu.

-İnsan, doğru sözcüğü bulduğundan nasıl emin olabilir?

-Çalışması gerekir. Gayret etmelidir.
Kişi,kendini doğru bir şekilde ifade edebilmelidir.
Söylenmesi gerekeni söylemeli,yapılması gerekeni yapmalıdır;
incitmeden,zarar vermeden.

-Her insan doğruyu bulmaya çalışmalı.
Biri bana şöyle demişti:
” Her şeyde bir doğru vardır, hatalarda bile”