Kış ve Poetika

b2ap3_thumbnail_tumblr_n28qtwaDvR1qcr390o1_1280.jpg
 
perdeleri çek uzun uzun konuşalım bu kış ey sevgili
elhan-ı şita bir cenab’ı kış unutsa bahar hatırlar ey sevgili
 
karda yürür güneşe ray döşer ya çocuklar kalbim ray işte
babamdan öğrendiğim türküleri sen mırıldan ey sevgili
 
kan acıyı acı kanı ayartır budur belki de aşkın poetikası
dünya saatinde elma kes elinle kalbimi dinle ey sevgili
 
ocak pavese şubat rilke mart mallarmé ya, içime eğil
bu kış kıssalar anlatıp uzun şiirler yazmalıyım ey sevgili
 
“ilk nefeste yarılanır cıgaram” dese ahmed arif, bahar gelse
bardakta bekleyen su dahil her suda taş sektirsek ey sevgili
 
bugün pazar! gel, damat tıraşı ol ve bana acımı hatırlat
ensede biriken kan kalbin replik lekeleri bazen ey sevgili
 
say ki hiç roman yazmadım, üç adım var üçü de derin kesik
şiir anı arası bir şey adım, sakla beni defterlere ey sevgili!

Serap Aslı Araklı

SESSİZLİĞİN ZAFERİ

SESSİZLİĞİN ZAFERİ
 
(Şey) – Dünyanın bütün hengâmesinde ve gürültüsünde;
Kelimelerini kaybeden insanlık!
Dinle beni…
 
Hey, içimdeki ben;
Sen de dinle!
 
(Hey) – Sessizliğin ve fısıldamanın büyüsünü bozduk.
Bir çocuğun ormanındaydık,
Kendimizi budadık…
 
Bizim’çin sessizlik:
Dil hapishanesinden firar etmekti;
Biz, şehre, çeliğe ve betona tutulduk…
 
(Şey)- Sessizlikle ve sessizce hakikatimizi anlatıyorduk,
Bizi duyanlara yani; anlayanlara,
Şiirlerimizi fısıldıyorduk…
Değil mi ki ; fısıldamak, bir şiirdi…
 
(Hey)- Yahu, onu bırak;
Şiirin kendisi bir fısıltıydı…
 
(Şey)- Oysa şimdi içimizden gürültü akıyor,
İçimize gürültü akıyor…
Konuştukça yanılıyoruz,
Konuştukça yanıltıyoruz…
 
(Hey) – Kelimeleri ziyan ediyoruz.
Konuştukça tutukluyoruz,
Konuştukça tutuluyoruz…
Hakikati boğuyor gürültümüz…
 
(Şey)- Yakup  böyle öğütlemişti Yusuf’a,
Allah da Musa’ya :
– Rüyanı kardeşlerine anlatma !
 
(Hey)- Yusuf kuyuya düştü, karanlığa düçar oldu…
Musa korktu, kekeledi…
 
(Şey)- Bizler de aynını yapıyoruz,
Rüyalarımızı cümle âleme anlatıyoruz…
Kelimelerden hapishaneler örüyoruz,
Hakikati gölgeliyoruz…
 
(Hey) – Allah aşkına sus,
Allah aşkına susalım ! 
Sessizliği dinleyelim ne olur ! 
Fısıldayalım…
 
(Şey)- Yani; Yusuf olalım,
Yusuf’taki ‘ f ’ olalım,
Bu kuyudan çıkalım,
 
(Hey)- Kendi kuyumuza mı düşelim ?  
 
(Şey)- Tur’dan inelim,
Harun’a gerek yok…
Harun oldukça kekelemeye devam ederiz…
 
(Hey)- Ey insanlık, sen kelimelerin oldukça; 
Kekelemeye devam edeceksin ! 
 
(Şey)- Kelimelerimizi atalım heybemizden,
Musa’nın yaptığı gibi Allah’la konuşalım ! 
 
(Hey)- Kelimeleri at,
Korkma ! 
Hafiflersin,
Hafifleriz…
 
(Şey) – Bu arada ‘ f ‘ harfi ne hafif, 
Ve harfler yalnızken ne kadar anlamlı…
 
(Hey)- Bizlerde bazı kelimelerin içinden çıkalım ‘ f ‘ gibi…
 
(Şey)- Ne duruyorsun,
Susmaya bu şiirden başla, 
Ki şiirin de fısıldasın…
 
(Hey)- Hasılı, susmak firardır,
Gel, kendimize firar edelim…
 
‘’  Artık, kendi gökyüzünde uçmak vaktidir ! ‘’ 
 
(Şey) – O zaman sus  ve  şiirimizi dinle : 
 
RONAHİ / AYDINLIK 
 
Ben mutsuz bir mutluyum,
Sen mutlu bir mutsuzsun;
 
Gecenin belkemiğinde oturur;
Dünyaya bakardık oradan.
Hem bakışın dünyadan başka neyi vardı.
Dünün acemi elleri rüzgârını okşuyor şimdi.
 
Oysa ben,
Yine döndüm sana,
Tüm yılğınlığım ve pişmanlığımla…
Ruhum, canım avuçlarımda.
 
Bacağı kırık uçurtmamla,
Gökyüzünü uçurdun sen.
Karşıtı yoktu bu bağın
Kandan uzanacak bir kesiği de…
 
Güneş çekilmişti aramızdan,
Gölgelerimiz karışmasın diye.
Bir yolun iki yakasındaydık,
Aramızdan gürültü aksın diye.
 
Sesini uyandıran 
Geceye koşuyor
Günü,
Mezarı, çiçekler toplayacaktır sana
 
Ey yanıt veren, 
Sormuyoruz ! 
Ölümün içinden geçer mi bahçe
Bir ağaç kuş diye konduysa.
 
 
Bülent Özdaman

Leylâ’nın Kum Defterine Gömüldüğüdür

Leylâ’nın Kum Defterine Gömüldüğüdür

bir yer düşün; özleyişin gecesi olsun

serin sedir ağacına bağdaş kursun yıldızlar
çobanlar ki kavalıyla çoğalsın,
leylâ, bir pencere kenarında otursun ay’a karşı
her şeye karşı leylâ…
çoğalsın

leylâ,
yürüdükçe kumdan kalelerini kurar çöl;
kertenkele gölgesi, kâfile sesi
bir yılan ıslığı, bir kırba izi
saçlarını tarayan rüzgârın eli
kızıl kum defterine gizler nefesi
bir ağaç gölgesi, bir baykuş sesi…

çocuklar,  leylâ, yüzünün ırmağından nasıl geçerdi
söyle hem, bir mendili nereye saklardı çöl?
-onlar ki bilir / bu şiir âşık değil!-
leylâ, dedim, inkârısın kendinin

kum uykusuna yatan her kadın
kendi düş kuyusunun Züleyhâ’sıdır

‘dünya’ dedim, dedim ‘dünya’
başakları süren şehir; çitler ardına…
çölün teni yanıyor ve kumda sızı…
ateşi düşsün diye leylâ’nın gözyaşını içiyor
şakağında konukluyor kurşundan bir ağrı…

leylâ, dedim, dünya yem serpiyor acımıza
dindiğinde gam, sustuğunda sazlık kuşları
‘acımız…’ dedim, leylâ, tersinden dönüyor dünya

kalmamışken hayâli iskelede bir elin,
kol kırıldı, yen içinde kaldı elsizlik…

leylâ, dedim, güvertemiz acı alıyor
-sevinçler fora!

aşk defterinde bir kumlu kefen;
kanayan ayağında kaktüs gölgesi
çöl kuşlarının düştüğü kuyu
bir sarı ayna ve uzak hayâl
bir kum fırtınasına gizler nefesi
ışığın elleri, yağmur iğnesi…

leylâ, dedim, camdan bir miskettir dünya
yuvarlandıkça yatağını bulan metâ
surlarını ve sırlarını terk eden kadınlar
tokalarından vazgeçtiğinde
atların vurulmadan koşacağı tek yer kalmıyor
karın tokluğuna dönen dünya, ölen çocuk, devrilen sehpâ…

dünya, dedim, şimdi nerdedir leylâ?

Rabia Gelincik

Varlık

b2ap3_thumbnail_lirik-dualar-kitabi.jpg

VI.

ben sonsuzluğun levhasında biriktim

‘aşk’ dediler
……………….var’edildim

azgın okyanusları yuttum, köpükleri yüzdüm
geceyi susmanın kavında erittim
kana susayan uykuları kovup
tutundum bir günah gibi sevabın ayağına

bana ilk seni gösterdiler
sonra hep seni gösterdiler
yüzümü karanlıktan sakladım

ben bir gül ağacı gibi ateşle büyütüldüm.

Halil İbrahim Polat

 

 

“bin parçaya böldü beni bir divane sır”

Pişmanlık Ve Çileler

Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür 
Bir odun parcası aydınlatır ocağı 
Annesi ateşin önünde perişan 
Annesi ateşin içinde hür 
Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür 

Yağmurlar sırtıyla sırtım arasındadır 
Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın 
Kalbimi bin parçaya böldü divane sır 
Sesi geliyor sesi, günahkar çocuklarım 
Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın arasındadır 

Benım boyum ufak onun da ufaktı 
Kıvırcık saçlarından öpmediğim için onu 
Onun bu ocakta yanan toprağı 
Her gece rüyamda avuçlarımı yaktı 
Benim boyum ufak onun da ufaktı 
Benim gözlerim yeşildir onun kara 
Ben günah kadar beyazım, o tevbe kadar kara 

Annesinin başi elleri arasında 
Parmağında aydınlık günlerden kalma yüzük 
Bir fotoğraf asılıdır duvarda 
Aynaya, geceye, maziye dönük 
Annesinin başı elleri arasında 

Bir tüfeğin burnu havadadır 
Ateş almak üzeredir mermisiz 
Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım 
Siz beni ne anlarsınız… siz… 
Bir tüfek ateş almak üzeredir mermisiz 

Bir saman çöpüne tutunmuş kızların 
Eteğini ben çektim 
Neyleyim göğsümü Karacadağ’ın sert rüzgarı doldurmuş 
Annemden ben ilk sütü Geyve’de içtim 
Ankara’ya Çataldağ’a bir zindandan gül vurmuş 
Az kalsın ben ölecektim 
Bir saman çöpüne tutunmus kızların 

Kediler halıları parçalıyor 
Kırmızı bir ışık düşüyor yere 
Annemin dizinde derman yok 
Hükmedemiyor insan ruhuna ateş 
Rüzgar hükmedemiyor incecik perdelere 
Kediler halıları parçalıyor 
Ateşte sarı gül açan saksılar 
Kızarmış bir ekmek gibi duruyor 

Kulağıma garip sesler geliyor 
Kuş yumurtasından çıkan insanlar 
Ahırda bir ata eyer oluyor 
Kulağıma garip sesler geliyor 

Ben bir şarkı bir türküyüm 
Ben Meryem’in yanağındaki tüyüm 
Beni bir azizin nefesi uçurur 
Kalbimde Allah’ın elleri durur 
Cici ayaklarım ilikli bağlı 
Ben onun sılası kendimin gurbetindeyim 

Ben azizin hasreti 
Ben Meryem’in yanağındakı tüyüm 
Benim gözlerim yeşildir, onun gözleri kara 
Ben günah kadar beyazım, o tevbe kadar kara 

Ocak sönüyor ateş kül oluyor 
Annesınin saçları beyaz 
Annesi saçlarını yoluyor 
Ateşin içinde gül açılmış 
Servi büyür, ardıç büyür, çocuk büyür 
Annesi ruhunda ruhuma eğilir 

Sineklerin kanadını ısıtan 
Bir güneş toprağı yarıp çıkacak 
Kadınlar sansa da yaşadığını 
Sarkısız kaldıkça yaşayamayacak 
Kadınları sarkılır, akrepler aydınlatır 
Kadınları sarkılır, zahirlar aydınlatır 

Artık ben gideceğim ata eyer vuruyorlar 
Hatıralarımı birer birer yakacağım 
Entarimi parça parça edip 
Zehirli kirpilere bırakacağım 
Beyaz bir kayanın üstüne çıkıp 
Göğsüme siyah bir gül takacağım 
Batan güneşe doğru kurşunlar sıkıp 
Kendimi boşluğa bırakacağım 

Ayaklarımın altından geçıyor bir deniz 
Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım 
Siz beni ne anlarsınız… siz… 
Artık ben gideceğim atım kişniyor 
Bir bebek mum istiyor, bir ölü şarkı istiyor 

Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz bir deniz 
Beni onun gözleri çağırıyor duramam, duramam 
Benim gözlerim yeşildir ah… onun gözleri kara 
Ben günah kadar beyazım, o tevbe kadar kara

 

Sezai Karakoç

 

Hayedeh – Avaz e Tenhayi

https://www.youtube.com/watch?v=5GKyr-6zx3U

Senin [aşkın] acısı gönlümün en gizli bölümünde yer ediniyor

Sanki Leyla’nın tahtırevanda yer edinmesi gibi

Onun tahtırevanının peşinden öyle ağlıyorum ki

Gözyaşlarımdan dolayı deve balçığa batıyor!

İncitme kalbimi, bu vahşi kuş

Kalktığı çatıya zor konar tekrar!

Hayâlin serabın bir görüntüsü olduğundan beri

Gönlümün bütün arayışları yanıtsız soru oldu

Susuz, susayan kimse pınarlar peşinde gitmedi

Hayatın çizgileri su üzerindeki bir çizgi gibi kaldı

Ne sine yakan ahlar var uyumuş dudaklarımızda

Bin tane söylenmeyen söz, [hayatımızın] kıvrımlarda kayıp 

Ne arif sarhoşluğu, ne şair şevki

Ne şikâyete bir fırsat, ne bir kıssa, ne rivayet

Canın bütün cilveleri uykudaki hayaller gibi oldu

Gözlerim kapının açılışını beklemekte, bitti ömrüm

Artık gelemedi kendisine, geçti gitti gençlik çağı

Yedi feleği yırtarım, yedi denizi aşarım

Ey parlayan ateşim

Hem kervan hırsızı, hem kılavuzsun, hem sırsın, hem sersin

Ey sonsuz nurum

Gideceksen bensiz gitme, ey canların canı tensiz gitme

Ey seni görmek benim dinim, ey senin çehren imanım

Ey varlığın gizlenmiş benim varlığımda

Ey mahremim, acımı paylaşanım, ey din ve imanım

Gideceksen bensiz gitme, ey canların canı tensiz gitme.