Lodoslar Kenti – Füruzan

Lodoslar Kenti

nerdesin
çık gel
duruşuma sevinç ol
bu kent çok büyüktür
çaresizim
aratma beni

haşarı
dinmez
soluk soluğa bir yaz
içimizde uzuyordu keçi yolları gibi

kimseler bilmiyor
o bana sunduğun
barışçıl cömertliğin güzelliğini

nerdesin
yıllardır rastlaşmadık
ey benim gizemli yoksulluğumun
elişi küheylanlı, güçsüz prensi
tutup kemik omuzlarından sıkıca bastırıyorum
özleminle dağlanan canevime seni
güneşimiz ağıyor düğünümüze

“al sazını sevdiceğim, çal hevesinle
çal söyle benim şarkımı sevdalı sesinle.”

sevda ender bir çiçektir
bir sevdaya yeter bir ömür ancak

hayat
sabrın caymaz büyük simyacısıdır

doğu hep yaşadığından, hata yapar
bu yüzden utanç onun ebedi nişanlısıdır

seni kendilerinden sanıyorlar
giderek de öyle

bir dönüş
her şeyi naftalini sevecenliklerinden
titiz ayrıntılardan
çıkarmak değil midir

dayanaksız yaşamasını bilenler
cesurdurlar
kişiyi korkutacak denli

bacak araları kanırtılırken çocuklar
ağlarlar düşlerinde bile
caymaz gülen alınlarıdır
çünkü
salt bellekte korurlar kendilerini

“kader şunca yaptığın yetmez mi bize
zaloğlu rüstem olsa gelirdi dize.”

serviler bilgeleridir mezarlıkların
milyonlarca keder devşirmişlerdir

ah söyle biri gelsin
alsın yüzümün anlamını gitsin seninle

bir sevdaya yakılan ağıt
bir ölüye tutulana eştir
özlenen sevgidir sevgili değil

aldırmazlığı yoldaş edinmek
ehlileştirmek midir uygarlığımızı
yoksa yeni çağın adı bu mu olacak

çünkü coşku hayatın nikahsız yetimidir

çıkıp gelinmiş bir kentin yabancılığı
bir balkonun denize açılışı gibi

-hayat kavgadır beyler-

omuzlarına ürpertilerle
bir ikindide hayretle bıraktığım başımı
sağaltan ellerini unutur muyum hiç

günlük algılamanın dar bilincinde
sevda barınabilir mi hiç

hayatın
ölümü doğrulamak için olduğuna
kim inandırabilir beni

“şimdilerde sevdasını yitirmiş gibi duyuyor
insanoğlu kendini.”

“hayat sürekli yatağını değiştirir
yeni yollar arar ve bulur.”

“insanoğlunun serüveni
özgül gelişmesinin kozasını örer sabırla.”

sakatlanmış
yarım kalmışlığın
yazıklığını istemedim hiç
ezberletilen
alıştırılan şeylere kuşku duydum hep

ne ilkelliktir
ne doymazlıktır
beyaz adam
beyaz adam sen
tiksindirici inanılmaz acımasızlığınla
insanlığın topraklarını
ta precolomp’tan beri
bir mirasyedi şımarıklığıyla harcıyorsun

gürültülerle dönüp duran bu dünyaya
şiirin tam zamanıdır

zamanı dirilten böylesi katıksız şeylerdir

seninle birleşmelerimde
tüm evreni içime akıtıyorum
erkeği tanımanın günah olmadığını öğrendim

müthiş bir çağdan ötekine geçiyoruz
üstelik bu yılların insanıyız
biz ne mutlu

ben kadınım
aklımla
isteklerimle
bunu arasız korlaştırıyorum
her yıl daha özgürleşerek engellerimden
yüzümün yarı kesiti seninkine karışıyor
doyumlarımın eksenini oluşturuyorsun
dokunuşlarımın en uç noktasına uyanık
boşanan sıcak yağmurlarda üstüme çektiğim
uyanık gövdenin
sık bir orman giziyle bezenmiş arzularımı bilen
ellerindeyim
sevdiğinim senin
karşıtınım üstelik
sen de öylesin benim için

lodosların gürleyen vuruşlarına alışığız biz

Füruzan

Üşüyen Bir Kelimeyim – Umman Şahiner

üşüyen bir kelimeyim
Elif Eylül'e

gittin
ürkek şaşkın ve korkak
tenhalıklara bakarak 

yüzünde uzakların telaşı
yüzümde uzaklıklar
kalakaldım eskiyerek

düştüm
sesinde gizlenen harfler gibi

düştüğüm her yer 
t e n h a

gittin
bir rüyaya bırakarak 
yapayalnız

üşüdüm
ömrümün ortasında
sensizlik”

büyürmüş kızlar
babalarının
göğün
göğsünde 
"sessizce" 
üşürmüş babalar

Umman Şahiner
6 Kasım 2008 

Keman Yayı – Taha Ayar

Keman Yayı

Helak edilmiş kavimlerin kanı damarlarımda
mevsimler bir taşın yüzeyine çarpıp
sandalları denizden uyandırırlar

bir gemi deniz üstünde bir keman yayı!

gibi hani yırtar ya meşin köpükleri
işte öylece boşluğa kayan yıldızlar
bir kuşun şehrin içinde çizdiği kavisler
bu akşam ay kesik bir tırnak

kesik bir tırnak bir keman yayı!

derimin altına sığışan
ve parçalarcasına bağrımı tütün
beynimi beşe ona doğrar gibi onbeşe
ve ruhumu yağmalayan ifritler

gıcırdayan göklerde bir keman yayı !

ve gökten kopan bir melek
elinde bir vadiyle bana tutunuyor
birbirine koşuyor eşya

isim, eşya üstünde bir keman yayı!

Kollarım çok sert bugün, kollarım katı
kollarım bilmem hangi mobilyaya böyle iştahla baktı ki yumuşuyor,
yumuşuyor çiğ kefallerden sancıyan karnım
gözlerimi bir çocuğa açıyorum

bir çocuk annesine bir keman yayı!

çekiver saçlarımı rengine,saçlarım gündüzlere
saçlarım parmaklarına uzuyor

parmakların kıbleye bir keman yayı!

Ne üzgünüm bilsen !
midem kirli sularından çamura bulanıyor
bir sıcak odada bir masayla boğuşurken
iradem bir kiraza yenik düşüyor ;
iradem bir zerredir onu parçalarsan melodi
seyret bak ruh bulur cıvıldar sokağımız

ve ki sokaklarımız bir şehre keman yayı!

kollarım yoruluyor sesini dinlemekten
bir çiçek koklasam ve ritme abansam
nerede bu çiçeğin öznesi

Tanrı, bir çiçeğe bir keman yayı!

bir kadının soyunurken kendi vücudundan
göğüslerinden, kendi bileklerinden,
aynaya yapışmış mavi gözlerinden korkması
bir keçinin boynundaki ipin düğümlendiği kazığa öylece öylece bakması
korkuyorum kadından,
korkuyorum boynumdan,
inip bahçeye ben de mi baksam ilmeğe?
gözlerimi karanlığa kesip girsem
o bir buket mavinin
saçlarından tavana,
asılı olduğu kadının ovasına,
korktuğu aynaya bir yumruk sallasam
yüzümüzü kaybetsek ,
ve onun gözlerini eritip
bir barbar titizliğiyle kendime savaş aletleri yapsam,
ya da göçmüş avurtlarını emsem,
tekrar yaratılsan benden!
belki o zaman kadından tılsım kalkar

Adem, Havva’ya bir keman yayı!

kahkahalarla denize yakarıyorum.
bilinsin!
göklerin kodesinde bana ayrılan ezgiyi söylemeyeceğim
yakarıyorum ama
ölen kardeşlerimi bağışla toprağa!
ölen kadınımı bir sahile taşıyı p,
denizin sularının çekilmesini bekleyen bendim!
çünkü yüreğim inciniyor ezdiği ordularımdan
bilinsin!
korkan, bendim gözlerinden!

çünkü aşk; insanoğlu için bir keman yayı!

şimdi boşluyorsa cesedi denizlerin üstünde
ve güneş akdenizde bir çıban gibi sendeliyorsa
ve yarılan gökte bir yıldız enkazı,
iğrenç bir yarık gibi duruyorsa
ve durulmuyorsa güz’le bastıran kışların sis’i
gök tekrar yarılmayacak ve yarığından bir parça esenlik buyrulmayacak

-okunamayan bir abidedir, kadın
güzelliğinden bir abide gibi vazgeçen kadın,
yatarken; yastığına dişlerini geçirir
ve dişetleri kanayana dek uyuyamaz.
ağlayamaz ki o,
göklere kıstırdığı şarkısını mırıldansın
o kadın; erk sahibi bir ademoğludur artık

kadın, hüzne bir keman yayı!

ben de itiraf ediyorum göğün çıplaklığını
ve deniz suyu sahici değil!
bana destek çıkan nehirler bilirler ki;
çok yıkadım orda ayaklarımı
ayaklarıma kapandım
ve fırtınadan korunmak için
içlerine çok sığındım

ki; göklerdi yerler için bir keman yayı!

sürçmez mi, hiç telini yitirmez mi
yeknesak bir seyyah mıdır? her mezra da, oba da
bizi soruşturuyor,
beni soruşturuyor,
şakağımı yoklasam biraz jiletle çiziktirsem
altından
yüzü sürekli kasılmış
mavi penyeli çocuk
sabahtantır beklenen cılız yağmur
bir kelebeğin kanadını paralamaktan başkaca bir işe yaramadı
çok önceden yağmur yağmur bir çatıyla
ovuyorum gözlerimi
öteye çömeliyorum
gaybten korkunç patırtılar

Gayb ki; gerçeğe bir keman yayı!

işittim helak edilmişlerin başına gelenleri
işittim göğün sadık göründüğü bir günde ihanetini
çekirge sürülerinin ekinlere saldırışı
doğuyu bir melek kokusu tuttu
batıyı bir melek
kuzeyi bir
güneyi…
ağızlarına bir gürültü takınmışlardı,
edaları tuhaftı
denize eşit bakışlı bir melek,
haberimiz olmadan yıldızların yerini değiştirdi;
gökten yırttığı bir parçayı,
körlerin gözüne yamadı
hayır !
onarmaya gelmedi bu defa kentimizi
kaşları çatılmış demek ki!
çok çetin geçecek bu yaz çünkü cenk var!
rahmet bir portakal kabuğuna bürünmüş
ki, yasak meyvesidir artık buranın turunçları
melek sustu,
tuğlaları kırarak oyunlar bulan çocuklara doğru çevirdi denize eşit bakışlarını,
ve çocukları zembillerle çekmeye başladı yukarı
ırmağa bile biraz çocuk sesi sinmişse
Göğe bir ark deşildi;
Irmak göğe çekildi ;
Panayır hala şendi ;
Sümer kilimleri,
Urartu şerbetleri,
Gazel okuyan araplar;
Tüccar yahudi oymakları,
Akad, Babil, Mezra Botan Cizira Botan…

geniş bir alana koşulmuş bir tay gibi uygarlık
için helak, bir keman yayı!

Zaman, ibrik devrilirken kaybolan gölge
Etrafımızı saran buzlu cam
Esirge bizi ey zaman kuytuluklarından
Sen her zaman bir kadının suratına kazınmış olgun ifade
Bir taşa oyduğumuz heykele gizlice giren zorba konuk
Ardından intihar, buzlu camı kırmaktır
Ağ içre cinnet kavrar bedenimizi
Ardından intihar, bu ağdan kurtulmaktır
Ya bileğinde ya şakağında hafif sancısı
Tüm ırkları eşit yapan kuram
Değil başkasının cebinden zekat veriyoruz
Biz de ağzını aradık o leşin

İntihar cehenneme bir keman yayı!

ben böyle başı ve kalemi olan
bir ademoğlu olarak elimdeki sandukaların içine
bir küp şeker bırakmasaydım
çocukluğum canlanır
ve üstüme doğru çullanmaya yeltenirse
çocukluğumun öfkesinden korurmusun beni?
bilsen ne çok korkuyorum? etimde şişmiş elleri üç imam’ın
bir imamdan çok korktum elleri hala var mı?
siyah mı cübbesi rüzgarda bağırıyor mu hala ?
o rüzgar hala esiyor mu?
ölümden değil üzerime tutacakları
o hortumdan tedirginim!
şimdiden üşüyorum çıplaklığımdan
çıplaklığıma şafakları giydirin!
bronz bir telle boğun parmaklarımı
o civcivi boğan katil ırmağa atın!
yalandı şahdamarı oldukları kainatin ırmaklar
ırmakları dudağımı ısıran bir karıncadır.
şehirse buna koşut durgun bir tırtıldır

çıplaklığım; çocukluğuma bir keman yayı!

Kırmızı kadifeden dekoltesi bir fahişenin
Dişlerinden ö perek uyuyorum sanki her gece
Sabahı kurtarılmış günlerde mahyalar ışıldarken
Fahişeler tövbe ederlerse
toprak çiğnemelerini bir iğde yaprağını ve bir
ormanı doya doya seyretmelerine izin verilir
Kafam da bir orospudur
Onu hangi kitaba sürsem orada uyuklar kalır

Fahişeler piçlere bir keman yayı

bu sokak çeşmesinden cam mı akar ?
rengi griyse şayet kulak kesil
şehrin tümüne yayılan iniltiyi hissediyor musun?
uzun süre susman lazım,
sokakları sağaltan bir ananın adımları
bereketli değil artık.
Tanrım! uzat tırnaklarımı!
ben bir yıldızı somururken
ben boşluğun serseri banisi
yıldızlar kederlendiğinde;
ay ve sema dürüldüğünde;
ve varlığın namusu gerçek
aklın egemenliğince kirletildiğinde!
Tanrım! tekrar deremez misin çiçekleri ?
bir örnek getiriyorum bahçelerden
bahçelere göre dürüst kıl meyvaları
kafamda imkansız bir soru
kalbime saldırıyorum
ne hazin bir bölge! heyhat!
ne kanlı bir hesaplaşma bu
ne dur durak bilmez yollar geçtim
kulak kabarttım damarıma
soracağım sorunun yanıtı sendedir ey damar-ı kalbimin
kulak kabarttım ve göğsüme fısıldadım:
-Ey kalbim
SEN KİMİN İÇİN BİR KEMAN YAYI?

Taha AYAR

bir cezm kaldı – Arzu Ulut

bir cezm kaldı

uyanıyorum bu şehre
hüzün ağaçlarının yaprakları hep yeşil
kadınlardan çekilmiş kanla besleniyor dalları

anlıyorum
burda insan yok
at dolu sokaklar, terli ve şemsiyeli

yine
yağmur yağıyor
garip bir tereddütle
not düşmeden defterime
üstü açık bir sır fısıldıyorum şehre
şiirle örtüyor saçlarımı
ekimin sabahları

ıslanmış eteklerinde
adem çamuru, kadınlar
aynı boya uzuyor magdalena
mezarlık ağaçlarıyla

kilisede ayin
yüzünden ö pülmüş aynalar
nemli bir buğu yükseliyor tanrıya
düşerken siyah atın sitemi
yelesinden ak
karanlığa

acından
kıvranan bir şiir yatağımda
bozulmuş mısrasıyla uyuyor
sessizce göğsüme sürüyorum
günahın yosunlu taşlarını

oysa
kirpiklerimle tutuyorum
on bir yıldızın şeceresini
ve isayı

bir cezm kaldı
magdalena
gözlerimden damlayacak

Arzu Ulut

G
M
T
Dili algıla
Afrika Dili
Almanca
Arapça
Arnavutça
Azerice
Baskça
Belarusça
Bengalce
Boşnakça
Bulgarca
Burmaca
Cava Dili
Cebuano
Çekçe
Chicheva
Çince Basit
Çince Eski
Danca
Endonezya Dili
Ermenice
Esperantoca
Estonyaca
Farsça
Felemenkçe
Filipince
Fince
Fransızca
Frizon Dili
Galce
Galiçyaca
Gücerat Dili
Gürcüce
Habeşçe
Haiti Creole Dili
Hausa Dili
Havai Dili
Hintçe
Hırvatça
Hmong Dili
Hosa
İbranice
İgbo Dili
İngilizce
İrlandaca
İspanyolca
İsveçce
İtalyanca
İzlandaca
Japonca
Kamboçyaca
Kannada
Katalanca
Kazakça
Kırgızca
Korece
Korsika Dili
Kürtçe
Kuzey İskoç Dili
Laoca
Latince
Lehçe
Letonca
Litvanyaca
Lüksemburgca
Macarca
Madagaskar Dili
Makedonca
Malayalam
Malezya Dili
Malta Dili
Maori Dili
Marathi
Moğolca
Nepalce
Norveççe
Özbekçe
Pencap Dili
Peştuca
Portekizce
Rumence
Rusça
Samoaca
Sesotho Dili
Seylanca
Shona
Sint
Sırpça
Slovakça
Slovence
Somalice
Sundanizce
Svahili Dili
Tacikce
Tamil
Tay dili
Telugu Dili
Türkçe
Ukraynaca
Urduca
Vietnamca
Yidce
Yoruba
Yunanca
Zulu
Afrika Dili
Almanca
Arapça
Arnavutça
Azerice
Baskça
Belarusça
Bengalce
Boşnakça
Bulgarca
Burmaca
Cava Dili
Cebuano
Çekçe
Chicheva
Çince Basit
Çince Eski
Danca
Endonezya Dili
Ermenice
Esperantoca
Estonyaca
Farsça
Felemenkçe
Filipince
Fince
Fransızca
Frizon Dili
Galce
Galiçyaca
Gücerat Dili
Gürcüce
Habeşçe
Haiti Creole Dili
Hausa Dili
Havai Dili
Hintçe
Hırvatça
Hmong Dili
Hosa
İbranice
İgbo Dili
İngilizce
İrlandaca
İspanyolca
İsveçce
İtalyanca
İzlandaca
Japonca
Kamboçyaca
Kannada
Katalanca
Kazakça
Kırgızca
Korece
Korsika Dili
Kürtçe
Kuzey İskoç Dili
Laoca
Latince
Lehçe
Letonca
Litvanyaca
Lüksemburgca
Macarca
Madagaskar Dili
Makedonca
Malayalam
Malezya Dili
Malta Dili
Maori Dili
Marathi
Moğolca
Nepalce
Norveççe
Özbekçe
Pencap Dili
Peştuca
Portekizce
Rumence
Rusça
Samoaca
Sesotho Dili
Seylanca
Shona
Sint
Sırpça
Slovakça
Slovence
Somalice
Sundanizce
Svahili Dili
Tacikce
Tamil
Tay dili
Telugu Dili
Türkçe
Ukraynaca
Urduca
Vietnamca
Yidce
Yoruba
Yunanca
Zulu
Konuşma fonksiyonu 200 karakter ile sınırlıdır

sebahul xeyri ya xanim

sebahul xeyri ya xanım

Sebahul xeyr xana min,şehî şîrîn zebana min
Tuyî ruh û rewana min,bibit qurban te canê min

Tatlı dilli sultanım hayırlı sabahlar sana
Ruhum ve canımsın feda olsun bu can sana

Te alellah çi(h)zatî tu çi(h) wî şîrîn sifatî tu
Ne wek qend û nebatî tu yeqîn ruh û heyatî tu

Hayret içerisindeyim güzelliğinin ve tatlı sıfatlarının karşısında
Ruhum ve canımsın en tatlı şeker ve nebat tatsız kalır yanında

Heyat û reheta can im”sebahul xeyr ya xanim!”
Were bînahiya çavan bibînîm bejn û balayê

Hayatım ve rahatım olan sultanım hayırlı sabahlar sana
Gel ey gözümün nuru(aydınlığı ) seyredeyim selvi boyunu senin

Sebahul xeyrî mesta min,letîfa cam bi desta min
Xumar û meyperesta min,tuyî meqsûd û qesta min

Hayırlı sabahlar sana ey kadehi elinde sekranım benim
Mey düşkünü mahrumum, son ereğim ,maksudum benim

Ji meqsûdan tuyî bes min bibin ber çerxê etles min
ji xeyrê te nevêt kes min bi reş toz in muqewwes min

Dokuzuncu semaya da çıkarsalarda beni, maksudum sensin benim
istemem gayrını, siyah kaşlarınla sen yetersin bana

Di benda zulfê çewkan im “sabahul xeyrî ya xanim!”
Were bî nahiya çavan bibînim bejn û balayê

Ey zülfünün tutsağı olduğum sultanım hayırlı sabahlar sana
Gel ey gözümün aydınlığı seyrdeyim selvi boyunu senin

ji wê zulfê ji wê bendê reha bim lê ji peywêndê
Siyaçeşmê sipî zendê te sohtim şibhetê findê

Özgür olmak isterdim zülüflerle kaküllerinden tutsağından
Siyah gözlerinle, beyaz kolların eritti beni bir mum gibi

Şubhê şem’ û şemal im ez ji ber hubba te lal im ez
Da’if im wek hilal im ez sîfet goyîn di kal im ez

Dilim aşkından tutuktur şimdi eriyen bir mumum sanki
ipince hilale döndüm öten tuti kuşundan ne farkım var

Ve bulbul ra bi evxan im “sebahul xeyrî ya xanim!”
Were bînahiya çavan biînim bejn û balayê

Ey bülbülle hem feryat olduğum sultanım hayırlı sabahlar sana
Gel ey gözümün aydınlığı seyredeyim selvi boyunu senin

Ve bulbul ra şev û rojê ser wê terh û bişkojê
Enî mahî şefeq rojê te sohtim şubhetê dojê

Gece gündüz bülbülleyim açmamış gül dalında
Yaktın beni cehennem ateşinde ay yüzlüm güneşim benim

Ku dûr im ez ji wê hûrê tenê carek li ser sûrê
Ji wadî eymana torê tecella kir di nîv nûrê

Uzağım şimdi sevgiliden son kez görmüştüm onu surlar üstünde
Yarı nur şeklinde parlamıştı sina dağının eymen vadisinde

Ji wê sohtî dil û can im “sabahul xeyr ya xanim!”
Were bînahiya çavan bibînim bejn û balayê

Ey tecellisinden yandığım sultanım hayırlı sabahlar sana
Gel ey gözümün aydınlığı seyredeyim selvi boyunu senin

Ji husna wê tecellayê yedî beyda û belayê
Çi wesfan bîm xeber nayê welê dil cezbêê dayê

Selvi boyunu yedi beyzanın güzelliklerini
Anlatamam ne yapsam o tecelli anında gördüklerimi

Ne hişyar im ji wê berqê ji zer tacêli ser ferqê
Ji spêde da heta şerqê belê naêxmê ferqê

Sevgilinin altın tacından parlayan şimşek şuur bırakmadı bende
Aydınlattı doğuyu batıyı ayırtetmek imkansız o iki parıltıyı

Ji derba ‘işqê nalan im “sabahul xeyr ya xanim!”
Were bînahiya çavan bibînim bejn û balayê

Ey aşkının darbeleriyle inlediğim sevgilim hayırlı sabahlar sana
Gel ey gözümün aydınlığı seyredeyim selvi boyunu senin

Zarîfê nazikê şengê sîfet hûrî perî rengê
Bi rojê ra tu hevdengî du reş toz in siyeh yengê

Zarifsin naziksin latifsin perisin sanki bir hurisin sen
Yüzün güneş aydınlığı,yengidir siyah kaşların

Kişandin lê ne wek caran xedengên qews û nûbaran
Ji rengê şîr û mukaran reşandin sîne wek baran

Görülmemiş yeni oklar atıldı yay kaşlarından
Yağmur gibi indi sineme bu kez sayısız kılıç ve hançer darbeleri

Jiwê derbê pir êşan im “sabahul xeyrî ya xanim!”
Were bînahiya çavan bibînim bejn û balayê

Ey darbeleriyle kıvrandığım sultanım hayırlı sabahlar sana
Gel ey gözümün aydınlığı seyredeyim selvi boyunu senin

Veke carek xet û xalan li ser wan mesned û palan
Bixwîne li me ‘ebdalan bibînin ‘îd û sersalan

Kaldır yüzündeki perdeyi görünsün yüzündeki benler
Ki öğrensin bayramın ve newrozun anlamını bencileyin abdallar

Îcazet dê me destûrê perî rengê sîfet hûrê
Ji nîva zulmet û nûrê binoşin mey di ferfûrê

Destur ver bize ey huri yüzlü,peri huylu güzel sevgillim
Gel içelim fağfurdan gece karanlığında gündüz aydınlığında

Ji dil talanê xalan im “sabahul xeyrî ya xanim!”
Were bînahiya çavan bibînim bejn û balayê

Benleri uğruna müflis olduğum sultanım hayırlı sabahlar sana
Gel ey gözümün aydınlığı seyredeyim selvi boyunu senin

Ji şehkasa ku qerqef tê meya nûrên muşerref tê
Nîşanek dîlberê kef tê ji bo min her seher xeftê

Karkaf şarabının bulunduğu göz alıcı sultani bardakta
Her seher vakti sevgiliden bana gelen gizli bir işaret var

Ji wê camê dinoşim ez seher lew ney li hoş im ez
Ji ‘ amê lê dipoşim ez bi can her lê dikoşim ez

içerim hep o bardaktan seherlerde şuur brakmaz bende
insanlrda gizlice yapmaktayım bunu, ulaşmak için sevgiliye

Ku xalib mest û sukran im “sabahul xeyrî ya xanim!”
Were bînahiya çavan bibînim bejn û balayê

Herdem mest ve sekran olduğum sultanım hayırlı sabahlar sana
Gel ey gözümün aydınlığı seyredeyim selvi boyunu senin

Were pêşber Melayê xwe şehîd û mubtelayê xwe
Bi şefqet ke liqayê xwe Meya nemrit bi dayê xwe

Aşkının şehidi ve mübtelası olan melaya bir kez olsun görün
Ölmesini istemiyorsan bir kez olsun acı da yüzünü göster ona

Mesîhayê li bîmaran kesên gestî du reş maran
Şehîdên şir û mukaran kirî amancê nûbaran

Kılıç ve hançer darbelerine hedef seçtiğin hayranlarının
Siyah yıların soktuğu aşk hastalarının mesihisin sen

Li dîdara te heyran im “sebahul xeyrî ya xanim!”
Were bînahiya çavan bibînim bejn û balayê

Seyrine hayran olduğum sultanım hayırlı sabahlar sana
Gel ey gözümün aydığınlığı seyredeyim selvi boyunu senin.

Melayê Cizîrî

Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti

Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti, kendisine hayat veren düşünce sistematiği ile bizatihi bir destandır. Pratikte karşılaşılan konjonktürel dertler, siyasi kadro ve organizasyon sorunları, askeri kuvvet ve donanım meseleleri, kaynakların denetimine ilişkin problemler, uluslararası sistemdeki farklılaşmadan kaynaklanan yalıtılmışlıklar bir başarısızlık öyküsünü değil; tam tersine, tüm bunlara rağmen sergilenen direncin, kararlılığın ve iradenin öyküsünü anlatır. Azgın emperyalist sürüler karşısında kaybedilen bir savaş ne yenilgiye işaret eder, ne de başarısızlığa… Üstelik bu henüz bitmemiş bir mücadeledir.

M. Aydın TURAN

Bütün Erkekler Ölür – Ahmet Oktay

Çünkü gök sıkıntıyla ağar
rüzgâr buruşur, bir yaprak düşer
ve kaçıyordur solgun mavilikte
maviler ve al geyikler.
İşte altın ve kara akıntılar:
analar, yitirilmiş resimlik
yoksulluk, o korkunç kadın.
Susun, tümünün anıldığı gündür,
kara yağmur ve ebem kuşağı
usulca bütün erkekler ölür.

Kıpırdamasın insandan gelen sesler
kamyonlar devrilir dağ yolunda.
Rehincide kalan bir gümüş saat
emanetçide unutulan bavul,
geçip giden gök taşlarıdır
havadan ve selüloit mavilikten.
Ey mermeri bozuk yalnızlık,
sanki kutsal bir avdır suskuda
ve bir yakut parıltısıdır artık.

Çünkü gök kanla ağıyordur,
soluk soluğa atan bir damar
kalbinde hırçın denizin
ve toprağın nabzında,
unutulmak gibi bir şahdamar.
Ürperir aynı rüzgârla
darağacı, çarmıh ve çiçek,
sussun yatakların fısıltısı
avuçlarda parıldayan kehribar:
ekmekli, zincirli ve başları eğik
kadınların erkekleri geçiyordur.
Ve üzgün deltası kısacık ömürlerin
bir albüm, bir şarkı, bir çocuk.

Hangi doldurulmuş hüznün yakutu
çocukluk defterlerince soluk,
ki savaş alanlarında parıldar
bütün koruluklardır ay ışığı,
ey ulaşılmayan dayanak aşklar
elleri kanatan kesici ağıt.
Hep unutuştur akılda kalan,
sıçrayan, yenilen ve ölen geyikler,
derdin eksilmediği kalem ve kağıt.
Kısa ve kesin bir sözdür erkekler,
İspanya’da “Non Pasaran”,
kızaran kilise çanları
katedrallere çöken gölgelik
İtalya’da “Mamma Mia”
işte avuçların dünyayı duyduğu kayalar,
sarkık bir bıyık Meksika’da, “Viva”
Nehirler kurur, susar aşk
ve en katı sözdür erkekler
kıraç ve yoksul Anadolu’da.

Büyük ve yeniktir erkekler,
söz dinlemez serüvenci çocuk
su şırıltısında sayıklayan hasta,
ve deli bir sevgilidir sabaha kadar
bulgulu, korkunç ve utançla.
Yararsız bütün leylak ağaçları,
hiç bilmiyor erkekler
doğan ve ölen çocukların hüznünü,
çünkü daha önceden ölürler.

Çünkü gök ağıyordur kanla,
hep yenik yıldızlar vardır,
anı defteri, kum saati, savaş alanı,
bir yüz
işte o kandır.

Ey ışığını dağıtan kristal
ölümsüzlük, ele geçirilmeyen gömü,
ayışığı denizle kendini sürdürür,
işte her şey geçip gitmede,
usulca bütün erkekler ölür.

Ahmet Oktay